Toplam Okunma 0

Bilindiği üzere, insan yapısı ruh ve beden olarak, iki temel yapıdan oluşmaktadır. Sağlıklı insanlarda bu yapılar birbirleri ile orantılı gelişim göstermektedir. Bedensel yapı içerisinde, insanın dış dünya ile bağ kurabilmesi için, şimdiye kadar beş tanesi keşfedilmiş olan ve adına beş duyu organı denilen görme, duyma, dokunma, tat alma, koklama olarak tanımlanan algılama kanalları bulunmaktadır.  İnsanlar bu kanalları ile dış dünyadan aldıkları verileri zihinsel süreçten geçirerek, ruh ve beden yapılarını şekillendirirler.

 

Bu iki yapının da ayrı ayrı ihtiyaçları vardır.  İhtiyaçların karşılanmasında, önce fiziksel gereksinimlerden başlanır ve ruhsal ihtiyaçların karşılanmasına doğru bir sıralama izlenir.

 

Bazı insanlarda; bu beş duyu organından biri ya da birileri olmaz. Olsa da görevlerini tam olarak yerine getiremezler. O insanlar var olan duyu organlarını, diğer insanlara göre daha yoğun kullanarak ve zihinsel süreçlerini ihtiyaçları yönünde çalıştırarak, kendi gereksinimlerini karşılama yöntemleri bulurlar;  Fakat Empati yeteneği düşük olan ve hep mevcut organlarını sadece amaçları doğrultusunda kullanmaya alışkın olan insanlar bunu bir türlü anlayamazlar. Bu yüzdende benim gibi görme uzvunu kullanmadan yaşantısını idame ettiren insanların, henüz somut gereksinimlerini karşılayamadıklarına inanırlar. Ve bu ihtiyaçlar karşılanmadan da duygusal ihtiyaçların gelişmesinin mümkün olmadığı düşüncesiyle; engelli, sakat ya da özürlü adı verilen bu insanların, duyguları veya sosyal ihtiyaçları yok gibi davranırlar. Üstelik bu davranış modelinde bulunan kişilerin, sosyal statü, ekonomik, entelektüel düzey açısından hangi basamakta olduğunun hiçbir önemi yoktur. Nerden mi çıkarıyorum? Tabi ki öncelikle kendi yaşadıklarımdan ve benim gibi bu tür davranışlara maruz kalan arkadaşlarımın yaşadıklarından.

 

Üniversitedeyken, akademik birikimine ve insani özelliklerinden dolayı kendisine hayranlık duyduğum bir hocamızla, bir grup arkadaşımla beraber bir kafede oturmuştuk.  Hem bir şeyler yiyor hem de oradan buradan konuşuyorduk. Masadaki her kese hayata dair bir şeyler sorarken; bana döndü ve “doydun mu bakalım Mürşide” dedi.  O an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. “zaten aç değildim” diyebildim. O grup içerisinde ne herkesten daha fazla sipariş vermiştim, ne de herkesten daha hızlı yemiştim. Yani öyle bir soruyu sadece bana yöneltmiş olmasına sebebiyet verecek bir şey yaptığımı düşünmüyorum.

 

Başka bir yaşadığım çarpıcı olayda şudur.

Çalıştığım bölümde kullandığımız bilgisayar programı değişiyordu. Tüm enerjimle, yeni geçeceğimiz programın kullandığımız ekran okuyucu programına uygun olması için yöneticilerimi ikna etmeye çalışıyordum. Bu konuda yeterince ilgili davranmadıklarını söyleyebilirim. O sırada şirketimizin başka bölümlerinde çalışan, diğer görme engelli arkadaşlarımın da atamaları benim çalıştığım bölüme çıkmıştı. Bir gün şefimiz yanıma geldi.  “Mürşide yerlere döşenen taşlar varmış. O taşlardan ofise döşetelim mi?” dedi. Hayretle “gerek yok” dedim. İnanamıyordum. Programın erişilebilirliği üzerine söyledim şeyler için vurdumduymaz davrananlar, ofis içi için ekstra şeyler yapmayı düşünüyorlardı. Hâlbuki bana göre eğer orada çalışmak üzere varsak; programın erişilebilirliği daha önemliydi. Ofisin Düzenine nede olsa kısa süre içinde her kes uyum sağlayabilirdi.

 

Bu konuyla ilgili şimdilik son bir anekdot paylaşmak istiyorum.  Kendimi daha iyi hissetmek için birçok kadının yaptığı gibi bende çeşitli amaçlar için zaman zaman bir estetik merkezine gidiyorum.  Bir defasında aynı taksiciye ikinci kez denk gelmişim.  Gideceğimiz yeri, binanın üstünde “Estetik Cerrahi Merkezi” yazıyor diye tarif ettiğim halde, “abla daha önce yine gelmişti. Burası gözünüze iyi geliyor demek ki” demişti. Güleyim mi? Ağlayayım mı? Bilemedim. Ya estetik merkezine gidiyorum. Göz tedavisi ile ne ilgisi var?  Muhtemelen adamcağız düşünüp bu kadıncağız olsa olsa gözünü iyileştirmek için bir şeyler yaptırıyor demiştir.
 

 Görüldüğü üzere; İlkinde; ben tamamen arkadaşlarımla ve sevdiğim bir hocamla ders dışında farklı bir ortamda vakit geçiriyorum diye düşünüyorken; bana “karnın doydu mu” diye bir soru yöneltiliyor. İkincisinde; ben iş yerinde rahat ve maksimum düzeyde faydalı olmanın hesabını yaparken; sanki bana “aman canım iş senin neyine! Sen önce ofiste bir yere çarpmadan yürü” dercesine; ofis içine kılavuz iz döşemekten bahsediliyor. Üçüncüsünde ise tamamen ben kadınsal estetik dürtülerim peşindeyken; “sen gözlerini mi iyileştirmeye çalışıyorsun” deniyor.

 

 Sizin de dikkatinizi çekeceği üzere; bu üç olayda da aslında ben sosyal, zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlar peşinde koştururken, beni muhatap alan kişiler sadece benim fiziksel ihtiyaçlarım üzerine odaklanıyor.
Şunu belirtmeliyim ki; insan uzuvlarından biri eksik olsa veya işlevini yerine tam getiremese bile herkesin fiziksel gereksinimlerinin yanı sıra sosyal ve ruhsal ihtiyaçları vardır ve gelişimi devam etmektedir.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.