Toplam Okunma 0

Merhaba değerli okurlar. İki ay aradan sonra yeni bir yazıyla sizlerin karşısındayım. Bu ayki yazımda, son zamanlarda görme engellilerin gündemini oldukça meşgul eden körler ortaokullarının kapatılması ve kaynaştırmalı eğitim ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazıyı doğuştan az gören ve tüm eğitim hayatı boyunca hiç körler okullarına gitmemiş ancak kardeşi de görme engelli olup eğitim hayatının ilk beş yılında körler okullarında eğitim almış, on yıldır görme engelli çocuklarla özel eğitim alanında çalışan, kaynaştırmalı eğitime gönülden inanan ve on yıldır öğrencilerini kaynaştırmalı eğitime yönlendiren bir okul öncesi öğretmeni olarak yazıyorum. Ayrıca körler okullarında bir yıl staj yapmış ve yaklaşık iki yıl öğretmen olarak çalışmış bir eğitimci olarak bu yazıyı kaleme almak istedim. Neden bu kadar ayrıntı verdiğimi merak edecek olursanız, “Kendisi hiç körler okullarında eğitim almamış biri nasıl olur da bu okullar hakkında bu kadar yorum yapabilir?” diye düşünebilirsiniz. Bu nedenle, farklı bakış açılarıyla durumu değerlendirmeye çalışacağımı bilmenizi istedim.

 

Günümüzde bakanlık kararıyla körler okullarının ortaokul kısmının birdenbire kapatılmasına karar verilmiştir. Bu karar birçok görme engelliyi şaşırtmış, özellikle de körler okullarından çok önceki zamanlarda mezun olmuş görme engelli yetişkinleri hayrete düşürmüştür. Tabii ki kaynaştırmalı eğitime geçişin önkoşulu ya da bir önceki aşaması körler okullarını birdenbire kapatmak değildir. Devletin karar mercileri bu kararı, kaynaştırmalı eğitimi çok iyi bildikleri ya da buna yürekten inandıkları için almamışlardır. Ancak Türk eğitim sistemi gün geçtikçe, eğitim kalitesini düşürmekte, eğitim alanındaki kararlar da birçok alanda olduğu gibi damdan düşer gibi, düşünülmeden, bir sonraki süreçte neler yaşanılabileceği göz önünde bulundurulmadan alınmakta, yaparak-yaşayarak sonuçlarına hep birlikte şahit olabileceğimiz bir biçimde düzenlenmekte, engellilere rağmen engelliler olmadan, sorunlar ve ihtiyaçlar düzgün bir şekilde tespit edilmeden uygulamalara başlanmaktadır.

 

Körler ortaokullarının bu şekilde sessizce kapatılmasına karar verilmesinin, görme engellilerin eğitim hakkının bu yolla elinden alınmasının asla savunulacak bir tarafı olamaz. Bu kararın neden alındığı, karar uygulamaya konulduğunda nasıl bir yol izleneceğinin planlandığı, uygulama öncesinde, sırasında ve sonrasında neler olabileceği önceden düşünülmelidir. Eğitim sistemiyle bu şekilde oynamak, belediyelerin sürekli kaldırım taşlarını söküp yerine her yıl bir yenisini döşemesine benzemez. Kaldırım taşlarını sürekli değiştirdiğinizde, giden halkın parasıdır; ancak eğitim sistemini düşünmeden değiştirdiğinizde ise, giden bir insanın eğitim hayatıdır. Yetkili kişiler şunu unutmamalıdır ki eğitim, bir toplumu toplum yapan en temel taştır. Eğer siz bu temel taşı, sağlam bir zemine oturtamazsanız, bu yapı şimdi olmasa bile kısa bir süre sonra çatırdayacaktır.

 

Körler ortaokullarını birdenbire kapatan zihniyet, bunun gerekçelerini, yöntemini, amacını, körler okuluna gitmekte olan kişilerin ilkokuldan sonra nasıl bir yol izleyeceğini, görme engelli bireylere ve onların ailelerine açıklamak zorundadır. Ben, körler okullarına devam etmek yerine, görmeyen kişilerin de yaşıtlarıyla birlikte normal eğitim ortamlarında eğitim almalarını sonuna kadar savunuyorum. Ancak bunun yanı sıra körler okullarında da iyileştirmeler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kaynaştırmalı eğitimin henüz tam oturmadığı hatta başlangıç seviyesinde kaldığı bir ortamda kişilere gideceği eğitim ortamını seçme şansı verilmelidir. Çünkü kaynaştırma süreci o kadar kolay bir süreç değildir. Her çocuk ya da her aile kaynaştırmaya uygun olmayabilir. Kaynaştırmanın üçayağı vardır; engelli çocuk, engelli çocuğun ailesi ve okul (müdür, sınıf öğretmeni, rehber öğretmen ve okuldaki diğer personel). Eğer bu ayaklardan biri eksik veya yetersiz ise, kaynaştırma eğitimin engelli bireye faydalı olması beklenemez.

 

Bir öğrenciyi kaynaştırmalı eğitime yönlendirirken her zaman şunları göz önünde bulundurmak gerekir. Çocuğun gelişimi yaşıtları düzeyinde mi? Kaynaştırmalı eğitime başladığında ailesi ona gerekli desteği verebilecek mi? Okul müdürü, öğretmen ve diğer personeller görmeyen çocuğun eğitim ortamına katılmasına katkı sağlayabilecekler mi? Elbette günümüz koşullarında üçüncü sorunun cevabını bulmak henüz çok zor. Ancak ben, görmeyen çocuğun gelişimi yaşıtları düzeyinde ve ailesi de onu her koşulda destekleyebilecek nitelikteyse, mutlaka en erken yaştan itibaren kaynaştırma ortamına dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Neden Kaynaştırma?

Okul öncesi dönemden itibaren kaynaştırma ortamında bulunan bir çocuğun gören yaşıtlarıyla birlikte sosyalleşmesi daha kolay olacaktır. Okul öncesi dönemde, çocukların zihinleri önyargılardan uzak, fikirleri kalıplaşmamıştır. Siz ona nasıl şekil verirseniz, o şekli alacaktır. Böylece, hem engelli çocuğun gören yaşıtlarına uyum sağlaması daha kolay olacak hem de gören çocukların zihninde yetişkinlerde görmekte olduğumuz “Körsen şunu çok iyi yaparsın, körsen şunu yapamazsın.” gibi fikirler oluşmayacaktır. Çünkü gören çocuk, görmeyen birinin görmemesinden kaynaklı olarak neleri yapamayacağı ancak öğretildiğinde ise, birçok şeyi rahatlıkla yapabileceği gibi çeşitli konularda fikir sahibi olacaktır. Size kısa bir anekdot anlatmak istiyorum. Ben, bundan üç yıl önce az gören bir eğitimci olarak bir anasınıfında gören çocuklara anasınıfı öğretmenliği yaptım. Sınıfın içinde sadece çocuklar ve ben varken o kadar muhteşem bir ortam vardı ki, kendimi ben olarak hissettiğim nadir ortamlardan biriydi. Öğrencilerim bana o kadar destek oldular ki birçok yetişkinin gösteremediği hassasiyeti gösterdiler. Velilerindeki önyargının onda biri yoktu onlarda. Normalde hiçbir çocuk oyunda yanmak istemezken, benim öğrencilerim oyunu kuralına göre oynayamayıp oyundan çıkmak zorunda kaldıklarında o kadar da mutsuz olmuyorlardı. Çünkü ben kalabalık bir grupta kimin oyunu kuralına göre oynayıp oynayamadığını takip edemediğim zamanlarda oyundan çıkan bir öğrencimi kendime asistan yapıyordum. Öğrencilerimden biri hemen yanıma gelip “Arda yandı, İpek doğru yapmadı.” gibi cümlelerle beni yönlendiriyorlardı. Bir de bakıyordum ki oyundan çıkan tüm çocuklar etrafımı sarmış, pür dikkat, oyuna devam eden arkadaşlarını izliyorlardı. Bu da onlara aşırı mutluluk veriyordu. Bu örneği verirken aslında şuna vurgu yapmak istiyorum. Biz, yetişkinler olarak okul öncesi çağdaki çocuklara neyi, nasıl anlatırsak, onların zihinleri o yönde şekillenir. Onların hatalarını ya da eksikliklerini gidermeleri için yol gösterici olursak, onlar da doğruyu bulmanın yollarını öğrenirler. Bu örnekte, oyundan çıkan çocuklar, benim yanıma geldiklerinde, az önce aralarında oldukları arkadaşlarına karşıdan bakarak onların ne yaptıklarında hata olduğunu ya da ne yaptıklarında oyunu kuralına uygun oynadıklarını görmüş olacaklardır. Yani, küçük yaşlardaki çocuklara neyi, nasıl verdiğimiz çok önemlidir.   

 

Bir başka anekdotumu da paylaşmak isterim. Daha önce benim sınıfımda olan bir öğrencim sadece anasınıfından bir yıl sonra yani o, birinci sınıfa giderken, beni okul koridorunda görmüş ve koşarak yanıma geldi. “Öğretmenim merhaba. Ben Nisa’yım. Nasılsınız?” dedi. Bu kısa ama bence çok anlamlı cümle beni hem çok duygulandırdı hem de o kadar onurlandırdı ki bilemezsiniz. Çünkü ben, ona görmeyen birinin yanına gittiğinde kendini tanıtmasının daha iyi olabileceğini öğretebilmişim. Bunun için çok eğitici-öğretici, karmaşık cümleler kurmadım, sadece onlarla bir yıl bir sınıfı paylaştım. Şimdi görebiliyorum ki benim anasınıfındaki öğrencilerimin büyük bir kısmı karşılaşabilecekleri bir engelli bireye önyargılı yetişkinler gibi bakmayacaklar. Bir an için düşünün; etrafınızdaki yetişkinlerin kaçta kaçı kalabalık bir ortamda yanınıza gelip size kendini tanıttı. Ben bazen düşünüyorum da, bir kalabalık ortama girdiğimde çok rastlamışımdır “Beni tanıdın mı?” sorusuna, sanki herkesin sesini ya da simasını zihnimde tutmak zorundaymışım gibi.

 

Bu kısa anekdotları sizinle paylaşmak istememin nedeni, küçük yaştan itibaren toplumda farklılıklara sahip her bireyin aynı ortamlarda bulunmasının, aynı havayı solumasının her zaman çok faydalı olduğunu ve olacağını düşünmemdir. Görmeyen kişi erken yaştan itibaren gören yaşıtlarıyla birlikte olursa, bu durum uzun vadede toplumun gelişmesine katkı sağlayacaktır. Ben, belli bir olgunluk seviyesine gelmiş kişilerin önyargılarından tamamen arınabileceğini asla düşünmüyorum; ancak kısmen değişip dönüşebilirler. Oysa tertemiz zihinlere, ışıl ışıl bakışlara sahip okul öncesi öğrencilerinin sınıflarında görme engelli bireylerin bulunması, onların önyargısız yetişkinler olarak yetişmesine olanak sağlayacaktır. Eğitim hayatlarını engelli bireylerle birlikte sürdüren bireyler; ayrımcı uygulamalar üreten kişiler, sınıflarında kaynaştırma öğrencilerini sayarak “Sen de neden iki tane kaynaştırma öğrencisi var da ben de üç tane var.” diye ucuz hesaplar yapan sınıf öğretmenleri, engelli çalışanları işyerinde istemeyen işverenler olmayacaklardır.

 

Erken yaştan itibaren engelli bireyler ile herhangi bir engele sahip olmayan bireylerin bir arada eğitim ortamına katılmaları, toplumu ayrıştırmak yerine birleştirmek ya da bütünleştirmek adına atılacak en büyük adımlardan biri olacaktır. Körler okullarına sekiz yıl devam eden bir bireyin bunun ardından normal okullara gitmesi halinde çıkabilecek uyum sorunları, erken yaştan itibaren kaynaştırma sınıflarına giden bir görme engelliye oranla daha fazla olacaktır. Çünkü küçük yaşlarda model alarak öğrenme daha hızlı ve daha kolaydır. Görmeyen kişi kendi körlük kimliği ile ne kadar erken yüzleşirse, o kadar iyi olacaktır. Çocuk yaşlarda grup oyunlarına katılmaya daha istekli olurlar, bedenlerini daha özgürce kullanmayı öğrenirler, yapabileceklerinin ya da yapamadıklarının farkına varırlar, özgüvenleri daha da artar.

İlkokula gelindiğinde kaynaştırma gerçekten Türkiye koşullarında stresli ve ailelerin büyük bir özveriyle zorlukları göğüslemeleri gereken bir süreçtir. Çünkü günümüz koşullarında normal eğitim ortamlarında kaynak oda sistemi henüz işlevsellik kazanmamıştır. Yurt dışında, kaynaştırma öğrencileri eksik kaldıkları alanlarda kaynak odada bir özel eğitimci rehberliğinde birebir öğretim sürecine katılmaktadırlar. Örneğin, bir sınıfta bulunan görmeyen bir öğrenci, matematik dersini sınıf ortamında takip etmekte sıkıntı yaşıyor ya da öğrenmede güçlük çekiyorsa, bu ders esnasında eş zamanlı olarak kaynak odaya alınmakta ve matematik konuları kaynak odada kendisine özel eğitimci tarafından birebir anlatılmaktadır. Türkiye’deki bir diğer eksiklik de kaynaştırma öğrencilerini belli aralıklarla okullarında ziyaret ederek görmeyen öğrencilerin eğitim durumlarını takip edebilecek, varsa eksikliklerini giderebilecek, ihtiyaç duyulduğunda okul müdürüne, müdür yardımcılarına, okul rehber öğretmenlerine, sınıf öğretmenlerine ve okuldaki diğer personele rehberlik edebilecek kadrolu destek öğretmenlerin bulunmamasıdır. Bu durum sınıflarında çok sayıda öğrenci bulunan sınıf öğretmenlerini de telaşa düşürmekte ve kaynaştırma öğrencilerinin eğitimi konusunda kaygılandırmaktadır. Kaynaştırma, okul müdürünün iyi niyetli olması, sınıf öğretmeninin kaynaştırma öğrencisini sınıfına kabul etmeye gönüllü olması gibi koşullara bağlanmamalıdır. Anne ve babalar, çocuklarının kendi evlerinin yakınındaki bir okulda gören yaşıtlarıyla birlikte eğitim almalarını isteyebilir, bunu göğüsleyebileceğine inanan bir anne babanın bu yönde teşvik edilmesi gerekir. Tüm anne-babalar çocuklarını büyük bir mutluluk ve gururla birinci sınıfa kaydetmeye giderken, görme engelli çocuğun anne-babası “Acaba okul idaresi bizi nasıl karşılayacak? Çocuğumu okula kabul edecekler mi? İnşallah karşımıza anlayışlı bir sınıf öğretmeni çıkar.” gibi kaygılarla okul yolunu tutmak zorunda bırakılmamalıdır. Kaynaştırma eğitimi insanların inisiyatifine bırakılabilecek bir eğitim sistemi değildir. Kaynaştırma zor ve zahmetli bir süreçtir aileler ve çocuklar için. Ancak ben her şeye rağmen bunun üstesinden gelebilecek bir ailenin çocuğuna normal eğitim ortamında eğitim aldırma hakkının sonuna kadar kullandırılması gerektiğini düşünmekteyim.

 

Kaynaştırma, durumu normalleştiren bir süreçtir. Yıllardır çalıştığım kurumda ben ve diğer öğretmen arkadaşlarım, kaynaştırmaya uygun olduğunu düşündüğümüz öğrencilerimizi normal okullara göndermekteyiz. İlk başlarda zor ve zahmetli olan bu sürecin ilerleyen yıllarda her anlamda öğrencilere ne kadar faydalı olduğunu yaşayarak gördük. Kaynaştırma eğitimde sadece akademik anlamda başarılı olan öğrencilere değil, satranç alanında, sportif faaliyetlerde (atletizm, güreş, yüzme gibi.), tiyatro, halk oyunları gibi kültürel alanlarda da başarılı olan öğrenciler olduğuna şahit olduk. Ayrıca, ben bir eğitimci olarak, engelli bir bireyin kaynaştırmalı eğitime devam ederken illa akademik alanda başarılı olmak zorunda olduğunu da düşünmüyorum. Sınıf ortamlarında akademik anlamda her öğrencinin üst düzeyde ve aynı oranda başarılı olmak zorunda olmadığı gibi görmeyen bireylerin de bireysel farklılıkları olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Görmeyen öğrenciyi fazlasıyla yüceltmek ya da yermek, yapılan en büyük hatalardandır. Başarı veya başarısızlık, kişilerin görmemesinden kaynaklanan bir durum değil, ilgilerden, yeteneklerden, yaşantılardan, gerekli uyaranların yerinde ve zamanında verilip verilmemesinden kaynaklanan bir durumdur. Olumlu ya da olumsuz bir durumda hemen kişinin görmemesine sığınmak, toplumumuzun en büyük eksikliğidir.

 

Ayrıca, kaynaştırma eğitime gönülden inanmamın en temel sebeplerinden biri de körler okullarının eski eğitim kalitesini kaybetmeye başladığını düşünmemdir. Bugün İstanbul’daki körler okullarında görmeyen ya da az gören öğrencilerin okul içinde veya bahçesinde baston kullanmalarına izin verilmemektedir. Benim çalıştığım özel eğitim kurumuna hem körler okullarından hem de kaynaştırma eğitimden gelen öğrenciler devam etmektedir. Körler okullarından gelen tüm öğrenciler, okullarında baston kullanılmasına izin verilmediğini dile getirmektedirler. Gerekçe olarak da öğrencilerin hepsinin birden okul içinde veya bahçesinde baston kullanırlarsa, bastonla birbirlerine zarar verebileceklerini öne sürmektedirler. İşte ben körler okullarındaki idareci ve öğretmen zihniyetin bastonu bu şekilde şiddet içeren suç aletiymiş gibi göstermelerini ve bunu öğrencilere bu şekilde yansıtmalarını hazmedemiyorum. Az gören, bastonu kendine can yoldaşı olarak seçmiş ve sürekli kullanan biri olarak, körler okullarında köre veya az gören öğrencilere bastonun nasıl kullanılacağının öğretilmemesini, kullanmaya teşvik edilmemesini anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. Baston, bir görme engellinin bağımsızlığının simgesidir. Görmeyen kişiye bastonu gururla taşıyabileceği, ona büyük bir anlam yükleyebileceği daha küçük yaşlardan itibaren kazandırılan deneyimlerle öğretilmelidir. Oysa kaynaştırma eğitime dahil olan öğrenciler sürekli okullarına bastonla gitmektedirler. Böylece, okul bahçesinde rahatça dolaşabilmekte, bedenlerini daha doğru bir şekilde kullanabilmekte, okul kantinine gidip yaşıtları gibi alışveriş yapabilmektedirler. İşte kaynaştırma eğitiminin farkı burada da ortaya çıkmaktadır. Bastonla kantine gitmek, diğer öğrencilerle birlikte sıraya girmek, sıranın kendisine gelmesini beklemek, alışveriş yapmak, para vermek, para üstü almak gibi şeyler basit etkinlikler gibi görünse de aslında hayata dair çok şey öğretir hem görme engelli öğrenciye hem de gören akranlarına.

 

Körler okullarında gördüğüm en büyük eksikliklerden biri de akademik alanlarda özellikle de sayısal alanda öğrencilere gerekli bilgi ve becerilerin kazandırılması için yeterince özen ve çaba gösterilmiyor olmasıdır. Çevrenizdeki birçok yetişkin görme engelliye sorduğunuzda, pek çoğu matematik dersini sevmezler. Sizce bunun temel sebebi körlerin bu alanda yeterli beceriye sahip olmaması mı yoksa bu becerileri körlere kazandırmak için gerekli çabanın eğitimciler tarafından gösterilmiyor olması mıdır? “körler, dört işlemi ve temel birkaç konuyu öğrenseler de yeterli olur, nasıl olsa sözel alanlara yerleşecekler.” zihniyetiyle normal okullarda aynı sınıflarda okutulan müfredatın körler okullarında eksik bırakıldığına çok kez şahit olmuşumdur. Özel eğitim kurumuna destek eğitim almak için körler okullarından gelen öğrencilerle öz bakım becerileri, günlük yaşam ve bağımsız hareket becerileri gibi daha hayati ve daha işlevsel alanlarda çalışmak yerine, okullarda birebir öğretilmesi gereken akademik becerilerin kazandırılmasına çalışmak, beni bir eğitimci olarak hem hayrete düşürmekte hem de çok üzmektedir. Körler bilgiye en asgari düzeyde değil, verilebilecek en üst düzeyde ulaşma ve bilgiyi kullanma hakkına sahiptirler, tıpkı gören yaşıtları gibi.     

 

Bu konuda o kadar çok şey yazabilirim ve söyleyebilirim ki değerli okurlar. Ancak yazımı yavaş yavaş toparlamak istiyorum. Türkiye’de kaynaştırma eğitimin ne kadar zor ve meşakkatli bir süreç olduğunu bilmeme rağmen, her şeye rağmen, ben, ülkemizde kaynaştırma eğitime katılan öğrenci sayısının artmasından yanayım. Çünkü Türkiye’de arz ve talep ne kadar artarsa, engelli bireyler toplumda ne kadar var olabilirlerse, toplum bilinci o oranda artacaktır. Görmeyen kişiler körler okullarına devam ettikleri sürece toplumdaki “Onların kendi okulları var, oraya gitsinler,” fikri sürecektir. Ayrıştırma, eğitim hayatından başlayıp toplumsal boyutta yer bulmaya devam edecektir. Aynı engel grubundan kişiler sürekli bir araya getirilmeye çalışılacak, “O da senin gibi kör.” söz kalıbıyla başlayan cümleler kurulmaya devam edilecek, körler sadece toplumun bizlere layık gördüğü işlere yerleştirilmeye çalışılacak, körün sadece körle evlenebileceği inancı ve tatil yerlerinde engellilere özel ayrılmış engelli plajları oluşturulması uygulaması da aynen sürecektir. Bu nedenle, ben kaynaştırmanın en doğru şekilde ülkemizde de uygulanması adına gerekli adımların biz yetişkin körler tarafından atılmasının en doğru yol olduğunu düşünmekteyim. Bu konuda, daha biz kendi içimizde ayrışmaya devam edersek, toplumla bütünleşmemiz çok uzun zaman alacaktır. Toplumda “öteki” olmamanın yolu en erken yaştan itibaren onunla bütünleşmektir. Eğer biz, kaynaştırma eğitimin tüm boyutlarıyla bir bütün olarak ülkemizde uygulanabilmesi için gerekli altyapının devlet tarafından oluşturulmasını ve bu altyapı oluştuktan sonra kaynaştırma uygulamasının başlamasını beklersek, en az bir elli yıl daha beklememiz gerekir. Çünkü bizi bizden başka kimsenin daha iyi anlayıp yaşanılan sorunları, eksiklikleri, izlenecek yolun ne olduğunu ifade edebileceğine inanmıyorum. Şunu unutmamalıyız ki sorunu kim yaşıyorsa, çözümü onda aramak gerekir. Bu nedenle, bu sorunları yaşamış ve yaşamakta olan biz yetişkin körleri, toplumla bütünleşmek için gerekli sorumlulukları üstlenmeye ve birlikte çözüm yolları üretmek için gerekli özen ve çabayı göstermeye davet ediyorum. 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.