Toplam Okunma 0
Boynundan kalçasına kadar önden gördüğümüz, saçları omuzlarından aşağıya inen, siyah elbiseli kadın sıkıca kavradığı iki savaş baltasını çapraz şekilde göğüs hizasında ileride tutuyor.

Merhaba dostlar, azıcık dertleşmeye geldim sizlerle. Zira gerçekten içim şişti. Yoruldum. Sıkıldım. Malum burada kalem özgür. Eh o halde azıcık derdimi dökeyim size.

 

Bankalarda şahit dayatmasından illallah gelmişken, yeni moda vekaletname talep edilmesi. Öyle ya bizim güvenliğimiz her şeyden önemli değil mi? Şahit dayatınca, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun yönetmeliğine tosluyorlar. Eh o zaman “En iyisi vekaletname” deyip, hesap açtırmaya gelenden, kredi çekmek isteyenden vekaletname istiyorlar. Peki sevgili üstün zekalı normal kardeşim; sana kimse anlatmadı mı bir kişinin bir konuda vekaletname verebilmesi için, o işlemi tek başına yapmaya ehil olmasının gerektiğini. Kişinin tek başına yapamayacağı bir işlem hakkında vekalet verme yetkisinin olmadığını? Vekaletin getiriliş amacının, ilgilinin o işle uğraşacak zamanı olmaması ya da vekalet verdiği kişinin mesleki tecrübe ve deneyimlerinden yararlanmak için ki bu avukat vekaletlerinde geçerlidir; vekalet vermek istediğini. Bildiğiniz gibi hukukçuyum ve fakülte eğitimim boyunca, biz vekalet sözleşmesini bu şekilde öğrendik. Şimdi bu çelişkiyi önüme alıp düşünüyorum. Ben tek başıma hesap açmaya, kredi çekmeye yetkiliyim. Bankaya gitmişim, orada hazırım, hemen işlemi yapabiliriz. Ama diyorlar ki “Dur bir dakika, sen körsün, anana, babana, kardeşine ya da yoldan geçen sarı çizmeli Mehmet ağaya vekaletname çıkarttır gel. İşlemini ancak öyle yapabilirim.” Peki ben sarı çizmeli Mehmet ağa dahil herkese vekaletname verme yetkisine sahipken, kendim neden bu işlemi yapamıyorum? Ben neden tüm bunları, tüm alıcıları kapalı banka görevlisine anlatmak için saatler harcıyorum? Sadece görebiliyor ve belki eğri büğrü de olsa adını yazabiliyor diye, yaptığı işlemin sonuçları hakkında en ufak bir fikri dahi olmayan insanlar birkaç dakika içinde banka işlemlerini halledebiliyorken benim işlemlerim saatler hatta günler alıyor?

Neden sonunda tüm çabalarım boşa gidiyor?

 

Bir banka kör olduğumu fark etmeden hesabımı açıp, kredimi onaylıyor. Ama iş kart teslimine gelince, sıradan bir kargocu alim hukukçu kesilip, “Ya şahitle teslim ederim ya da taahhütname imzalayacaksın” diyor. Peki neden ben bu kargocuya aslında kendi kartımı kendim teslim alabilecek kadar yetkin olduğumu ispat etmek zorundayım?

 

Aynı gün 10- 15 tane duruşmaya giriyorum. Dosyaların esas numaraları ya da taraf sıfatları karışabiliyor. Duruşma salonunun önüne geldiğimde normal kabul edilen avukat celse uygulamasından ya da duruşma salonunun önündeki listeden dosyasının Esas numarasını ya da taraf sıfatını kontrol ederken hiçbir sorun olmuyor da ben aynı şeyi yapıp celseden tarafı ve numarayı kontrol ederken, neden “Yazık unutmuş” muamelesi görüyorum ve bu tepkiyle karşılaşmamak için neden beynimi normalden çok fazla zorlamak zorunda kalıyorum? Neden sürekli sıradan bir avukatım, sizden bir farkım yok mücadelesi vermek zorunda kalıyorum? Bunu yapmadığım takdirde neden bir avukat değil de duruşma salonunun sandalyesi muamelesi görüyorum? Aynı eğitimi alıp, aynı sıralardan geçip, aynı mesleği yaptığımız halde; neden meslektaşlarım bana ikinci ya da üçüncü sınıf insan muamelesi yapıyorlar; sıradan bir mübaşir, “Şunu bir kenara oturtuverin” deme hakkını nereden buluyor?

 

Keyifli bir yolculuktan sonra, tam otobüsten inecekken ve yanımdaki çocuğumla güzel bir sohbete dalmışken, neden hiç tanımadığım birisi çocuğumun kolundan hoyratça tutup, “Sen in de çocuğu ben indireyim” deme hakkını buluyor kendinde? Neden ben de sıradan insanlar gibi olduğumu anlatabilmek için kavga etmek zorunda kalıyorum?

 

Neden keyifle başlamasını planladığım tatil keyfimin içine ediliyor? Kim veriyor bu diğerlerine bu hakkı?

 

Çocuğumu işyerimin çok yakınındaki kreşe kaydettirmek istiyorum. Benim gibi aslında o mahallede oturmadığı halde, işyeri o mahalle sınırları içerisinde olduğu için çocuğunu kaydettirebilmiş birkaç arkadaşla konuştuktan ve ilgili yönetmelik hükümlerine de baktıktan sonra okula gidiyorum. “Ama siz bu mahallede oturmuyorsunuz. Çocuğunuzun kaydını yapamayız.” Cevabını alıyorum. Yönetmelik hükümlerinden, kaydı yaptırmış arkadaş örneklerinden de bir sonuç çıkmıyor. Bakın daha çocuğumun az gören olduğundan falan bahsetmedim. Çocuğumu görmediler. Peki burada beğenilmeyen kim? Evet, bildiniz, veli olarak ben beğenilmiyorum. Öyle ya okul bahçelerinde beyaz bastonla dolaşan bir veli, karizmalarına zarar verecek. Peki kim veriyor bu sözüm ona okul yöneticisi olan insanlara veli seçme hakkını? Neden hayatımın en eğlenceli işlerinden biri olması gerekirken, çocuğumun okul kaydında çocuğumdan önce kendimi kabul ettirmek zorunda kalıyorum? Kendini normal addeden bir veli gittiği zaman, ikametgâh kaydı bile istemezken, bana “Sizin çocuğunuzu okula alamayız” deme özgürlüğü nereden geliyor? Üstelik bu okul, herkese eşit hizmet vermek üzere kurulmuş bir devlet okuluyken.

 

Daha neler anlatılır belki. Evet dostlar, bu ara kendimi yorgun hissediyorum. Yukarıdaki olayların bir kısmı benim bir kısmı da yakın arkadaşlarımın başına geldi. Hem onlar adına hem kendi adıma mücadele etmek, halen bunlarla uğraşıyor olmak bazen çok ağır geliyor. Ama içimi dökmek bile rahatlattı. Daha yazının sonuna gelmeden, savaş baltamı yeniden bilemeye başladım da benim taş biraz eskimiş. Bir el atsanız şu duruma. Bunları yaşarken hepimiz aynı mücadeleyi versek. Hepimiz sonuna kadar haykırsak. Üstümüze gelen baskıları, “Ama tek başımayım. Şuyum vardı, böyle oldu” diye susmak yerine ortalığı ayağa kaldırarak karşılasak. Belki çözüm daha kolay gelir.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.