Yoksulluk çalışmalarıyla ilgili okumalar yapma isteğinde olduğum zamanlardayım. Bunun kararını aldım çünkü uzunca bir süre önce vardığım farkındalıkla alakalı en azından daha fazla bilgim olmalıydı. Bu yazıyı yazmama sebepse tam olarak sözünü ettiğim farkındalığı paylaşmak ve açıkçası yazıma ya da paylaştığım konuya dair gelecek dönütler, fikirler olursa onlarla da düşüncemi zenginleştirmek; bir de deniz içinde balık gibi etrafımızdaki denizi çok da bilmez halimi paylaşacaklara ulaşmak istedim.
Farkındalığımın anahtar kelimeleri; yoksulluk, engellilik, hak temellilik ve yardım temellilik. Hak temeli odaklı ana akım düşünüş çok yeni ve maalesef çok az insanın, hatta çok az engellinin benimsediği bir yaklaşım. Bunda engelliliği normalleştirme, hak temelli bilgiye erişim, erişebildiği bilgiyi eyleme dökebilme haline erişim imkanlarının kısıtlılığı ve hak savunma kültürünün genel olarak pek de yerleşmemiş olması etkili. Yani bir engellinin önce kendini hak sahibi görmesi, otobüse yolunun düşebilmesi, otobüsteki erişilebilirlik eksiğini fark etmesi; bunu talep etme bilgisine, motivasyonuna sahip olması, bu talep için gereken fiziksel koşullara veya bilgiye erişim koşullarını aşması, sonucu takip edecek ve gerekirse itiraz edecek, başka bir başvuru yolu kullanacak, dayanışma arayacak sabır, cesaret ve yine aynı erişim koşullarına sahip olması veya mevcut koşulları zorlayabilecek imkanları olması; buralara gelebilecek parasının olması gerekir. O halde var olan hak temelli düşünüş ve eylemliliği tüm yetersizliğine ve sınırlılığına rağmen kutlamak gerekir, elbette atladığımız yerler üzerine düşünerek.
Benim ulaştığım farkındalıksa yoksulluk meselesini atladığımız; atlamayıp da ne yapacağımızı bilemediğimiz, bilsek de hareket edecek veya dayanışacak alan bulamayıp oluşturamayışımız, belki de hepsi ve daha fazlası… Ancak en önce “sosyal yardım” denen konuları hak temelinde değerlendiremediğimizi düşünüyorum. Böylece yoksulluk tarafından bu kadar sarmalanmışken bu büyük alanın “yardım” olgusunca hapsedilmesi sonucu doğuyor. Bir sosyal devlette yaşıyorsak, iş devlet eliyle ya da halk inisiyatifiyle yapılan yardımlar üzerinden ne kadar çok yürürse, meselelerin o kadar bireysel olduğunu kabul etmek demektir bana göre bu. Meseleler bireyselleştikçe de engelliliğin trajedisi, anormalliği, kendi yağında kavrulmaklığı, kavrulabiliyorsa kahraman ve kavrulamıyorsa ucubeleşişi yayılır.
“Sorun, birinin kendinden kaynaklanan kendi sorunu” diyorsak da haklara erişimden, hak teslimini talep etmekten uzaklaşırız. Yardımların kutsanması bunu yüceltir. Yapılan yardımlar bugünün yarasının üzerini örterken bireye bir duvar örer. Bu duvar mevcut sorunlara hak talep ederek çözüm bulmayı, politikaları sorgulamayı engelledikçe güçlenen bir hale dönüşür. Medya da hem bu hapsolmuşluğu yıkmaya çalışanları hem de olduğu yerde durmayı başaranları tamamen bireysel boyutta ve kahramanlık köpüğüyle sunuverir. Hak temelliliğin, bağımsızlığın, bireyliğin izine rastlanamayan bu koşullarda bir yerlerde yürüyen hak temelli mücadele de yalnızca bu duvarların dışında kalır. Teması sağlamanın yolunu ekonomik koşullar ve yardımların mevcut durumdaki mecburiliğini atlamadan inşa etmek gerekir. Bunun öneminin, zorluğunun, yöntemsizliğinin, veri eksikliği nedeniyle farkında olmayışımızın bilinciyle başlanabilir belki…...