Toplam Okunma 0
Mavi bir zemin üzerinde;  siyah saçları omuzlarına kadar inen, güneş gözlüklü, beyaz bastonu olan, siyah mini eteği, ceketi, elinde çantası ve topuklu ayakkabıları ile yürüyen bir kadın çizimi.

Sevgili dostlar, geçenlerde sosyal medyada gezinirken bir paylaşıma rastladım. Paylaşımda alıntı bir yazı yer alıyordu ve paylaşan kişi de kendisini rahatsız eden noktalara değinmişti. Alıntı yazıyı okuduğumda ben de en az o paylaşan ve kendi tepkisini yazan kişi kadar rahatsız oldum. Bu yazımda söz konusu yazıdan alıntılar yaparak beni rahatsız eden noktalara değineceğim.

 

Alıntı yazının sahibi bir öğretmen. Derse yetişebilmek için evden telaşla çıkıyor ve adeta koşturarak metroya doğru yol alıyor. Yolda onun hızını kesen ne oluyor biliyor musunuz? Elinde beyaz bastonu ile kendisiyle aynı yönde ilerleyen bir kör kadın. Üstelik bu kör kadın özürlü olduğu halde elinde bastonu ve sırtında büyük bir çantayla kendisi kadar hızlı yürüyor. Kör kadının bu durumu karşısında hayretler içinde kalan öğretmen, telaşını ve yetişmesi gereken dersini unutup onu gözlem altına alıyor. Nasıl olur bu değil mi? Yani kör biri hem tek başına gidiyor hem de hızlı yürüyor. Kafasındaki önyargı o kadar güçlü ki, inanamıyor. Kör kadın nasıl olur da onun kadar hızlı yürür? Nasıl olur da gören birinin seviyesine çıkabilir? Ayrıca kör kadın, tavırları ve yürüyüş şekliyle kendine güvenen biri izlenimini veriyor. “Kör biri” ve “kendine güvenen” ifadesi yazarı öyle çok şaşırtıyor ki, şu cümleyi kuruyor: “Özürlü haliyle tek başına ilerlese de tavırları ve yürüyüş şekli ona kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu.” Yazarımız göz hapsine aldığı körü incelemeye devam ediyor. İlerleyen satırlarda diyor ki, “Onun, bastonuyla sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yaşama azminin bir göstergesi idi.”

 

Arkadaşlar şimdi biz gözümüz yerine bastonumuzla önümüzdeki engelleri kontrol ediyoruz ya, bu bizim yaşama azmimiz mi oluyor? Oysa biz de yazının yazarı gibi işe gidiyor olamaz mıyız? “Ne alaka” demez misiniz siz olsanız? Farkımızın sadece körlük olması bizi bu derece azimli mi yapıyor? Ne desem, bu garip çıkarımı nasıl kelimelere döksem bilemedim. Sonrasında kör kadının merdivenlerden inerken yardıma ihtiyacı olacağını düşünüyor ve “Yardım etsem mi?” diye düşünürken kör kadın çoktan inmeye başlıyor bile. Ağızları açık bıraktıran bir hamle daha oluyor bu yolculuk. Şaşkınlıkla izlemeye devam ediyor. “Bastonunun ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı ya da şaka mı yapıyordu bu kör kadın?” diye düşünüyor yazarımız. Çünkü zihnindeki kör profiline uygun değil tüm bu gördükleri. O kadar merak ediyor ki kör kadından uzaklaşamıyor ve metroda onun yanına oturuyor. Sonra ne oluyor dersiniz? Kör kadın bastonunu katlıyor ve çantasından Braille kitap çıkarıp okuyor. Oysa yazar bunu beklemiyor. Yiyecek içecek bir şeyler ya da bir walkman çıkarmasını bekliyor. Bu sırada kalbinden de acıma duygularının yükseldiğini yazmayı da unutmuyor. Arkadaşlar burada acınacak ne var? Kör kadın gayet doğal bir biçimde metroya biniyor, oturuyor ve okumak için kitabını çantasından çıkarıyor. Ben anlamadım, anlayanlar izah ederse sevinirim. Yazının ilerleyen satırlarındaki şu cümle sanırım neden acıdığını anlatıyor: “Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu. Ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler.” Tamam da ne biliyorsun bunları görmeyi çok istediğini? Göz tek duyu organımız mı? O saydığı şeyleri fark etmenin tek yolu gözle görmek mi? Yazının yazarı kendisi gördüğü için o kadar mutlu oluyor ki, görüyor olması kendisini heyecanlandırıyor. Ya görmeseydi, ne büyük eksiklik olurdu aynı o kör kadın gibi. Gözlerinin kıymetini daha fazla bilmesi gerektiğinin ve gördüğü için kör kadından ne kadar üstün olduğunun farkına işte tam da o zaman varıyor yazarımız. Kör kadın kitap okuyor ve yazarımız inanamıyor. Bu nasıl olur ki, görmüyor ki! Kitap okumak yalnızca kendisi gibi gören yani “sağlam” kişilere mahsus bir özellik değil mi? Tam da bu sırada yani kör kadının parmaklarıyla Braille yazıyı okuduğu anda anlıyor işin aslını. O, kitabı kalbiyle, duygularıyla, ruhuyla okuyordu. Ne büyük bir farkındalık, değil mi değerli okurlar? Bununla da yetinmiyor yazarımız, kendisi kitap okumadığı ve bu kör kadın kör haliyle okuduğu için kendinden utanıyor. Aylardır çantasında taşıdığı kitabı hala bitirmemiş. Bence bu “sağlamcı” ve önyargılı kafayla okusa da okumak kendisine pek yararlı olmaz. Önce kafasındaki o kalıplaşmış yargılardan arınsın, sonra bol bol okur.

 

Yazarımız yazısının sonuna geliyor ve artık metrodan iniyorlar. Lütfediyor ve kör kadına metrodan inmesi için öncelik veriyor. Bastonundan çıkan “tak tak” sesleri o kadar etkiliyor ki, “Her “tak” sesi oku oku oku diye yankılanıyor” diye tamamlıyor yazısını.

 

Sevgili yazar, bence o “tak tak” sesleri “Oku oku oku” diye değil, “Rahat bırak beni, sıyrıl o önyargılarından, kendini bu kadar kusursuz sanma, görüyor olmak her şey değildir” diye yankılansa diye düşünmekten kendimi alamadım. Acaba yazıya konu olan kör kadın bu yazıları okusa neler düşünürdü, bilemeyiz tabii. Kör bir kadın olarak bu yazdıklarım benim görüş ve düşüncelerim.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.