Toplam Okunma 0

Gelecek geçmişin ayak izinden gelişir, hayallerine uzananlar onu nitelikli kılar. Nisan yazım kafamda şekillenmiş gibiydi. Bir anda zihnim karıştı. “Bizi yazmalıyım” dedim. Engelsiz Erişim’i. Bendeki Engelsiz Erişim’i. Yazayım da yıllar sonra birilerinin önüne düşsün. Heyecanımızın kıvılcımı yüreğine düşsün ki çağının ilerisine göz diksin.

Ailemin duyarlılığı nedeniyle, 15 yaşımda kör örgütlenmelerinin içerisine daldım. Geçmişte yapılmış güzel şeyleri kendi dönemine göre yenilikçi bir şekilde geliştiren ama devamını getiremeyen bir grubun içerisinde yer aldım. İyi ki de aldım. Çok şey öğrendim onlardan ve onlara teşekkür ederim.

Üniversite yıllarımda artık o çevreler beni beslememeye başlamıştı. Tamamen politikleşmiştim ve engellilik anlamında da basit talepler beni tatmin etmiyordu. Mesela, şoför söylemeyi unuttuğu için ineceği durağı kaçıran insanlar körlüklerine lanet okuyorlardı ama bu otobüslerin seslendirilebileceği fikrini akıllarına bile getirmiyorlardı. Her konuda biz eksiktik ve ona göre hareket etmemiz gerekiyordu. Erişilebilirlik talepleri kaldırımlardaki direklerin kaldırılması kadardı. Tabii genellemenin doğru olmadığını belirtmeliyim. Arkadaş gruplarımızda erişilebilirlik üzerine çok kafa yoruyorduk. Yine de bir şekilde sınırlıyorduk kendimizi.

Sanırım 2009 yılıydı. Arkadaşlarla bir kafede oturuyorduk. Durup dururken “Ankara’da otobüsler sesli olacak” dedim. “Hadi lan, uçan arabalar da olur o zaman” dediler önce. “Yok” dedim “olur.” Daha önce olabileceğini hepimiz söylemiyor muyduk? Bir anda iş ciddiye bindi. “Nasıl yapmalı?” “Engin Yılmaz diye birisi varmış, bu işlerle ilgileniyormuş” dediler. “Tamam, biz de Engin Yılmaz ile ilgileniriz” dedim. “Nasıl ulaşacağız? derken, Engelsiz Erişim’in sitesini buldum. Heyecandan elim titreyerek çevirdim numarayı. “Ben Burak Sarı, Ankara’da sesli otobüs projesi yapmak istiyoruz” dedim. “Ne kadar güzel, ayrıntılar için Skyp’tan görüşelim mi?” dedi karşıdaki ses. Heyecanla “Evet” dedim. Ardından “Siz Engin Yılmaz mısınız?” diye sordum. “Hayır, benim ismim Adem” dedi karşıdaki ses. Evet kendisinden çok şey öğrendiğim, sabahlara kadar sohbet ettiğim Adem Vural’dı. Telefonu kapatınca eve gittim ve elimi bile yıkamadan Engelsiz Erişim sitesine girdim. “Hayaller yaklaşmakta olan gerçeklerin gölgeleridir” yazıyordu girişte. Romantik, devrimci ve hayalperest aklımı çelmek için daha uygun bir slogan olamazdı.

Heyecanla bekledim toplantı gününü ve o gün geldi. Adem, Engin, Sevda ve Mürşide katılmıştı toplantıya. Heyecanımı kanalize edecek bir yer bulduğuma çok sevinmiştim. Hele Engin Yılmaz beni arayıp Engelsiz Erişim Grubu’na dahil olabileceğimi söylediğinde, dünyalar benim olmuştu. Çılgın projelerim vardı. ATM’leri erişilebilir yapmak, otobüslerin erişilebilir olması, yarışmalar, salon etkinlikleri. Ben hayalini kurarken, Engelsiz Erişim çoğu proje için harekete geçmişti bile. Erişilebilir oy hakkımızı kazandığımızı müjdeleyen tweet’i alıntılayıp altı kişi bir kafede hayalini kurup bu işe başladıklarını söylemişti Sevda. Belki onlar bir kafede erişilebilir seçim mücadelemizin temelini atarken, ben de sesli otobüs sevdasına Engelsiz Erişim’in peşine düşüyorumdur başka bir kafede. Bu kadar ateşli ve birikimli insan bir araya geliyorsa, zamanına damgasını vurması kaçınılmazdır. Engelsiz Erişim de dönemine damgasını vurdu. Entelektüel anlamda, teknolojik konularda, örgütlenme modeli anlamında 2000’lerin ilk yarısına damgasını vurdu. Bize dar edilen kaldırımları gururla adımladığımız kaldırım eylemleriyle, bir dönem hayal olan sesli ATM’lerle, her ne kadar keyfi olarak çalıştırılmasalar da otobüslerdeki anonslarla, erişilebilir seçimlerle, rahatça erişebildiğimiz web sitelerinde, gururla yazarlığını yürüttüğümüz dergimizle, hepsi tarihe bir baş yapıt olarak geçecek Kemal Özceyhan seminerleriyle, günler süren festivallerde ve en önemlisi engelliliği bir eksiklik değil yeti farklılığı olarak gören ideolojik duruşuyla çağımıza damgasını vurdu. Birbirine benzeyen insanların sürekli dahil olmasıyla büyüdü ve çeperini genişletti. Elbette geri çekildiği, ileri atıldığı, gidenlerin, dönenlerin ve kaytaranların olduğu zamanlar da oldu. Mesela kaytarma konusunda üzerime tanımam. Aramızda kalsın, bir ara öyle bir kaytarmıştım ki beni atmamalarına şaşırdım. Öyle bir tahammül yani.

Peki niye yazdım bunu durup dururken? Derneğimiz hakkında çok yazı yazıldı ama böyle bir dergi yazısı yoktu. 29 Mart eylemi beni çok pis gaza getirdi. Üzerine erişilebilir seçim hakkımızı kazanmamız, motivasyonumu doruğa çıkardı. Öyle ki, toplantılardan sürekli kaytarmaya çalışan ben, kimsenin zoru olmadan moderatör oldum. Önceden Gülcan’dan korkuma oluyordum. Yani Gülcan’ı hepimiz biliyoruz, anlatmaya gerek yok. Neyse iyileşip aramıza döndüğünde, bu yazıyı okuyacak. Şansımı zorlamayayım. Zaten de konuyu iyice dağıttım. Daha gidip moderatörlük yapacağım. Siz her zaman Engelsiz Erişim ile kalın.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.