Toplam Okunma 0

Bir kafede arkadaşınızla oturuyorsunuz, “Çayına şeker alır mı? Kahvesini bırakıyorum.” Bir konferans salonu, otobüs ya da durakta; “Buraya oturtabilirsiniz.” Bir restoranda, “Çatal-bıçağını size mi vereyim? Kendisi yiyebilir mi?” Yolda, iş yerinde, güzel bir arkadaş muhabbetinin tam ortasında arkanızdan gelip gözlerinizi elleriyle kapatarak; “Ben kimim? Bil bakalım!” Bir aile ziyaretinde ya da sokakta kucağınızda bebeğiniz varken karşılaştığınızda, “Ay bir de çocuk mu yaptınız?” Çocuk yapmayı planladığınızı heyecanla anlattığınız bir muhabbetin ortasında, “Çocuk yapacaksanız mutlaka tüp bebek yaptırın!” Çocuğunuzla gezerken, “Annene/babana sahip çık!” Yine çocuğunuzla bir kafeye oturmak istediğinizde, “Anneni/babanı şuraya oturtsana.” Bir mağazada kıyafet denemeye çalıştığınızda kabinin içine kadar girerek, “Sen giyinemezsin, yardım edeyim.” Giyinme kabininin kapısı aralanarak, “O verdiğim gömlekti, doğru giyebildin değil mi?” Coşkuyla başladığınız işinizin ilk gününde, “Kör olduğun için sadece santralde çalışabilirsin.” Her 15 Ekim ve 3 Aralık’ta, “Engelli kardeşlerimiz için kaldırımlara rampa koyduk. Engelli kardeşlerimiz kendilerine özel açılmış okullarda daha rahat eğitim alırlar.” Üniversite sınav sonuçları açıklanıp tercih heyecanı yaşadığınız anda, “Görme engelli adaylar bu birimi tercih edemezler…” gibi cümlelerin kaç tanesini duydunuz bugüne kadar? Peki, bu cümlelerin ortak özelliği ne sizce? Sizi uğraştırmayayım, ben söyleyeyim. Bu ve benzeri cümlelerin hepsinde hakkında konuşulan ya da karar verilen kişi özne değil. Çayın, kahvenin sahibi, eğitim alacak kişi, rampayı kullanacak vatandaş, bebeğin ebeveyni ya da anne-baba olmayı planlayan çift aslında karşıdaki kişinin zihninde yok. Ya da o kadar aciz ki kendi kararlarını verebilecek düzeyde değil. Bu nedenle, onun adına konuşulmalı, düşünülmeli, karar verilmeli ve uygulanmalı.

 

Siz belki iş güç sahibi, anne-baba, belki bir üniversite öğrencisi, belki çok iyi bir müzisyen, kısacası hayatın tam ortasında, herkesle aynı anda, hayat mücadelesi vermeye çalışan bir bireysiniz. Dikkat edin bireysiniz. Ama sağlamcı kalıpta bazen minicik ve her türlü şaka yapılabilecek bir çocuk, ki onların da özel alanı vardır ve her türlü saygıyı hak ederler; bazen mağazadaki cansız manken gibi üstündeki kıyafeti rahatça çekiştirilebilecek bir nesne; bazen çocuğunun çocuğu; bazen kenara konulabilecek bir bavul ya da çanta; bazen hakkında özgürce karar verilebilecek bir eşyasınız. Ama kesinlikle özne değilsiniz.

 

Ülkemizdeki ucube yasalar yüzünden, aslında alenen suç olan ve yeti farkı bulunan bireyin vücut bütünlüğüne, kişisel alanına saldırı niteliği taşıyan yukarıdaki örneklerin faillerini şikâyet edemiyor ve cezalandırılmalarını sağlayamıyoruz. Oysa taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerin hepsinde bu durumlar; kişinin vücuduna izinsiz dokunulması, onurunun zedelenmesi, özel hayatı hakkında telkinlerde bulunulması, kişilik haklarına saygısızlık yapılması açıkça suç olarak tanımlanmış. İşte belki bir kısmının da yöneticisi olduğumuz bir grupta gelip gözlerimizi ellerinizle kapatıp “Ben kimim?” diyorsunuz ya, vücut dokunulmazlığımızı ihlal ediyorsunuz. Kafede, restoranda, mağazada, çocuğumuzun yanında bizi yok sayıyorsunuz ya, insan onuruna yakışmayan ve insan onurunu zedeleyici davranışlarda bulunuyorsunuz. Mağazada kabine kadar giriyor ya da iznimiz olmadan kabinin kapısını açıyorsunuz ya, kişilik haklarımızı ihlal ediyorsunuz. Sonra bunların hepsini iyi niyet kisvesine büründürüp işin içinden sıyrılıyorsunuz. Peki, kim veriyor size bu hakkı? Nereden buluyorsunuz bu fütursuzca hareket olanağını?

 

Sağlamcı kalıplarınızı yıkmak, bariyerlerinizi yok etmek, bu dünyanın eşit, erişilebilir ve engelsiz bir yer olduğunu görmek için görev başındayız. Bu hayalimizi gerçekleştirmeden de hiçbir yere gitmiyoruz. Gelin, bir an önce yaşamanın farklı yöntemlerle ama özgürce ve eşitçe olabildiğini kabullenin ve dünya gerçekten yaşanılabilir bir yer olsun.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.