Toplam Okunma 0

Bugüne değin çoğunlukla SEBEDER'in eş erişimini sağladığı yapıtları sesli betimleme açısından değerlendirdim biliyorsunuz. Geçen ay ise Betimleme Fabrikasınca betimlenmiş bir dizinin bir bölümünü mercek altına almıştım. Bu ay da Moroğlu Film tarafından erişilebilir hale getirilen yine bir TRT dizisinin bir bölümünü değerlendireceğim. Dizinin adı Gönül Dağı. Bölümü ise benim bu yazıyı yazmaya karar verdiğim 03.05.2021 tarihi itibariyle yüklenmiş son bölüm olan yirmi dördüncü bölüm.

Yazıyı çok fazla uzatmamak adına diziye dair küçücük bir açıklama ile yetineceğim. Zaten basit bir internet araması ile istenen her şey öğrenilebiliyor artık malum. Ancak yine de söz konusu diziyi takip etmesem de ara sıra annemin yanına çöreklendiğim zamanlarda ufak ufak izliyorum. Günümüzde ekranlarda daha fazla yer bulan kanlı hesaplaşmalı ya da yoz ilişkilerin konu edildiği dizilerden farklı bir yapım. Daha halkın içinden, daha doğal olması bakımından çok sempatik bulduğum bir dizi. Erişilebilirlik her zaman her yerde olması zorunlu bir uygulama olsa da sırf bu söylediğim sebeplerden ötürü bu dizinin eş erişiminin yapılmış olması benim için ayrıca çok değerli.

Dizi "Bozkırda bir Anadolu masalı" sloganıyla başlıyor. “Bozkırın kalemi” Mustafa Çiftçi’nin hikayelerinden esinlenilerek senaryolaştırılmış. Orta Anadolu'da küçücük bir kasabada yaşanan olayları anlatıyor. Birbirlerine "Amca oğlu" diye hitap eden üç kuzen ve onların aşık olduğu kadınlar ve aile ilişkileri üzerinden anlatı çeşitleniyor. Ve tabii bir de bu amca oğullarının hayalleri peşinde koşarak uğraştıkları teknik buluşlar, çabaları, başarı ve başarısızlıkları üzerinde dönüyor olan biten.

Gelelim sesli betimleme değerlendirmesine. Önce betimleme emekçilerini saymakla başlayalım. Geçen ay konu ettiğimiz Teşkilat'ın aksine, bu dizinin sonunda betimleme emekçileri detaylıca sayılmış. Ancak fondaki müziğin altında seslendirmenin sesi gölgelendiğinden, bazı isimleri yanlış duymuş olabilirim. Bu sebeple olası hatalardan ötürü şimdiden özür dilerim.

Gönül Dağı'nın engelsiz eş erişebilirlik çalışması Köprü Film tarafından Moroğlu Film'e yaptırılıyormuş.

Gönül Moroğlu tarafından kaleme alınmış betimleme metnini biz Alp Bazarlı'nın sesinden dinliyoruz dizi boyunca. İşaret Dili çevirisini Ayşe Köksal yaparken, altyazılar Seyl Ajansça hazırlanmış.

Teknik hizmetler Perge Yapımca yürütülmüş ve ses Mix: Onur Yılmaz tarafından yapılmış.

Kurgu ve son kontrol ise Sena Moroğlu'na ait.

Bu alana dair merak ettiğim en önemli soru, son kontrolcü Sena Moroğlu'nun yeti farklı bir birey olup olmadığı. Ki ne demiştik? Biz olmadan bizim için asla. İçinde kör, sağır ve işitme engellilerin olmadığı bir düzenleme doğalından hep eksik olacaktır.

Moroğlu Film hakkında doğru bilgilere ulaşabilmek adına arama motorunu defalarca çalıştırdım. Ancak kim bilir belki de benim beceriksizliğim, Moroğlu Film'in kendi web sitesine bir türlü ulaşamadım. Youtube ve Dalimation dahil tüm sosyal medya bağlantıları var. Hatta Twitter'dan belki sitelerine ulaşabilirim diye tıkladım. Fakat oradaki adrese girmeye çalıştığımda güvenlik uyarısı aldım. Ben de korkup vazgeçtim.

Betimleme detaylarına gelince, genel itibariyle bence metin güzel yazılmış. Kadı kızında da olur kabilinden birkaç küçük ayrıntı dışında benim kafamda soru işareti kalmadı desem yalan olmaz. Mekan ve zaman bilgileri ya direk verilmiş ya da satır aralarına sıkıştırılmış. Duygu durum betimlemeleri olabildiğince incelikli işlenmiş. Ancak özellikle duygular betimlenirken aşağıda örneklendireceğim gibi betimlemeden çok yoruma kaçılmış.

Mekanlara veya karakterlere dair dış görünüş betimlemeleri yok denecek kadar az. Karakterlerin kıyafetleri ve o an için saç vs. Detayları verilmiş ama genel görüntüleri söylenmiyor. Ancak ben buna çok takılmadım. Çünkü dizinin yirmi dördüncü bölümü gelmiş. Muhtemelen önceki bölümlerde bunlar işlenmiştir ve her seferinde tekrarlanmasına zaten gerek yok. Tabii bölüme özgü kimi değişiklikler verilmeli. İlgili bölümde bunlar da belirtilmiş.

Montajlamalar genelde güzel yapılmış. Özellikle 23. Bölümün özetinde Fadime'nin duygusal konuşması arasında zamanlama montajda iyi ayarlanmış ve hiçbir betimleme metni Fadime'nin konuşmasını geri plana atmamış. Dizi boyunca sadece yanlış saymadıysam üç yerde karakterlerin konuşması üstüne gelmiş betimleme. Bununla birlikte betimleme seslendirmeninin sesi, dizi ses düzeyinin biraz altında kalmış. Bu da dinlerken kaçırmayacağım diye yoruyor dinleyiciyi. Mesela ben gece geç bir vakitte izliyordum. Etrafa ses gitmesin diye bilgisayarın sesini biraz kıstım. Bu sefer de betimlemeyi duymak için adeta kulağımı hoparlörün içine sokmam gerekti.

Öte yandan seslendirmenin ses tonu diziye pek uymamış bence. Yumuşak ve duygusal bir kadın sesi daha yakışırdı kanımca. Okuyuş düzeni ve vurgulamaları gayet güzel ancak ton itibariyle daha çok bilim kurgu, gerilim veya aksiyon filmlerine uyar gibi.

Betimlemede ilk olarak dikkatimi çeken bir başka husus da jenerik seslendirmesi. Baştaki ve sondaki jeneriğin ikisi de okunmuş. Bence çok güzel olmuş. Genelde oyuncu ve karakter eşleşmeleri dizi sonunda verilir sanırdım ama Gönül Dağı'nda başta veriliyor. Tabii bunun betimleme ile bir ilgisi yok. Dizinin orijinal yapımı böyle diye düşünüyorum ve kör izleyici de orijinalinde nasılsa öyle bilmeli elbette.

Jenerik kısmındakiler başta olmak üzere manzara betimlemelerini yerinde ve güzel buldum ben pek çok yerde. Özellikle jenerik akışında bir yandan manzara betimlenirken bir yandan da ekranda yazanlar okunuyor kör izleyiciye, tam olması gerektiği gibi. Şimdi sahne sahne betimlemeyi incelemeye geçebiliriz.

Yeni bölüm tıpkı TV'de olduğu gibi yirmi üçüncü bölümün özeti ile başlıyor. Ve betimlemecinin bunu belirtmesi güzel ve doğru olmuş.

Özet sahnesinde dakika bir gol bir kabilinden bir cümle: "Cemile hüzünlenir, derin bir iç çeker. Zahide tebessüm ederek Cemile'ye sarılıyor" Geniş zamanın gereksiz kullanımı ayrı facia, birbirini takip eden sıralı cümlelerde farklı zaman kiplerinin kullanımı ise ayrı.

Aynı kip karmaşası birkaç sahne ötede, Fadime'nin kızına masal anlatması sahnesinde de var. Şöyle ki: "Fadime elini tutan kızına sevgiyle bakıyor. Pembe de annesine gülümseyerek bakar" Devam eden betimlemeden de fark edeceğiniz gibi bu dizinin hemen hemen her yerinde bu şekilde ne yazık ki.

Ancak bir sahne var ki iyice beni benden aldı ve buraya eklemeden edemedim. "Selami bir anda Sefer'in boynuna sarılıyor. Keriman ve Selami gülümseyerek oradan uzaklaşıyorlar. Sefer de onların arkasından tebessüm ederek bakar. Sefer'in telefonu çalar. Cebinden çıkarıp ekrana baktı. Telefonu açtı" Aynı sahneden bir alt not daha vermek gerek. Siz söylemeseniz de kör orada telefon çaldığını anlar. Açılıp konuştuğunda da telefonu çalanın Sefer olduğunu fark edecektir. Sahnede birden fazla kişi varsa ve mesela telefon çaldıktan sonra kişi aramayı reddederse, kimin olduğu anlaşılamayabilir. Veyahut telefonu çalan ve açıp konuşan kişi dizide çok tanınmayan biriyse de kimin telefonu olduğu belirtilebilir.

Kaldığımız yerden diziye dönecek olursak, sahnenin devamında Fadime rahatsızlığı sebebiyle karnını tutarak koridora çıkar. Biz bunu elbette vazgeçilmezimiz betimlemeden öğreniyoruz ve ifade orada şöyle: "Fadime sağ eliyle karnını tutarak yavaş yavaş yürüyerek koridora gelir" Buradaki anlatım bozukluğunu bir tarafa bırakırsak, ki iki eylemside de “arak-erek” ekiyle üst üste cümlelerde kulak tırmalayıcı bir söylem oluşturmuş, geniş zaman kullanımı burada ters durmuyor. Geniş zamanın doğru kullanıldığı yerler de var bunun gibi ancak bizim çok da alışkın olduğumuz bir anlatı tarzı değil takdir edeceğiniz gibi. İşte geçen ayki yazımda da vurguladığım gibi bunlar, örnekleri yabancı kaynaklardan kalıp gibi alıp kendi dilimize ve kültürümüze uyarlama kaygısı taşımamamızdan kaynaklanıyor gibi.

Bir zamanlar İngilizce dersi aldığım bir arkadaş anlatmıştı. İngiltere’den takip ettiği maçlardaki spiker konuşmalarını örnekleyip gülüyordu. Mesela “Gol atar” diyormuş anlatırken. Biz ne deriz? Sadece “Gol” ya da “Golü atıyor” veya “Gol attı”.

Betimleme metinlerinde göz ardı edilen bir başka nokta da Türkçe imla kurallarına uygun olmaması kimi cümlelerin. Bu da anlatım bozukluğuna yol açıyor ama galiba yaptık oldu mantığı daha egemen mi oluyor nedir? Veyahut da dizi yetiştirmesi kaygısı, düzgün iş çıkarma güdüsünü bastırıyor mu zaman zaman? Bilemedim ki. Örneğin; Köprü Film yazısının belirmesinden hemen sonra, yirmi dördüncü bölümün başında yani, manzara betimlemesinde ilk cümle şöyle: "Sapsarı bozkır toprakları üzerinde yükselen dağ üzerinde Gönül Dağı, Anadolu'da bir bozkır masalı yazdı" Sizce de bir anlatım bozukluğu yok mu burada?

Türkçe yazı dili açısından kulak tırmalayan bir örnek silsilesi de kız isteme sahnesinin betimlemesinde var. Misafirlerin ve ev sahiplerinin oturma düzenleri anlatılıyor. Ancak tam saymadım ama herhalde peş peşe beş kere falan cümle sonlarında “oturmak” eylemi kullanılmış. Bunun yerine mesela "Salondaki büyük koltuğa Abdullah Dede ve Halime Hanım yan yana oturmuş” dedikten sonra “Yanlarına şunlar şunlar sıralanmış” veya “Onların yanında bunlar duruyor” ya da “var” gibi farklı yüklemler seçilmeli ki anlatım zenginleşsin.

Dilek ile Kepenekli Çoban'ın peş peşe durup Dilek'in onunla konuştuğu sahnede, betimlemedeki şu ifade dikkatimi çekti: "Dilek'in hüzünlü gözlerinden yaşlar, yanağına doğru iniyor. Babası olduğu düşündüğü çobanın yüzünü dönmesini bekliyor" Cümledeki anlatım bozukluğunu söyleyeyim önce, sonra ise ifadenin anlamına geçeceğim. Orada doğru kullanım, "Babası olduğu değil, babası olduğunu" olmalıydı. Öte yandan, böyle bir açıklamaya gerek var mı bilemedim. Sonuçta diziyi takip etmeyen, zaman zaman annesiyle mutfakta otururken takılan biri için yani özetle, konuya hakim olmayan benim gibi biri için güzel ama dizinin tüm bölümlerini izleyen kör bir izleyici, Dilek'in Kepenekli Çoban'ın babası olduğunu düşündüğünü biliyordur diye tahmin ediyorum. Öyleyse betimlemecinin köre bu anlamda açıklama yapması anlamsız olmuş. Betimlemenin görevi sadece görselde olan biteni köre söylemektir, yorum yapmak değil. Onun yorumunu betimlemeyi ve dizideki replikleri değerlendiren kör izleyici kendisi keşfetmelidir.

Bir anlatım bozukluğu da Kamil'in amca oğullarını depoda sandalyeye bağlamış halde çekildiği sahnede var. Farklı olarak bu bozukluk tam bir söylem karmaşasına da yol açmış. Betimlemede: "Kamil, depoya aldığı amca oğullarını sandalyeye oturtup ellerini ayaklarını iple bağlamış. İki adamı yanında elinde tüfeği amca oğullarına doğrultmuş halde öfkeli gözlerle bakıyor" Tüfek, Kamil'de mi, yanındaki adamlarında mı? Bu anlamda bir netlik yok. Betimlemecinin okuyuşunda bir vurgulama ile de verilebilirdi belki bu netlik diye düşünüyorum ama öyle bir vurgulama da yok. Zaten seslendirmen nereden bilecek ki? Belki de diziyi izlemiyor bile o da. Metin yazarının yazdığı metni okuyor sadece sonuçta.

Betimlemede birkaç yerde rastladığım boşluklardan ilki, aynı sahnenin devamında Rıfat'ın gelip Kamil'i etkisiz hale getirdikten sonraki bölümde var. "Rıfat bir elinde tüfek, bir elinde odun parçasıyla elindeki ipi çözer" deniyor. Ancak aynı depoda bağlı duran iki amca oğlundan hangisinin? Zira o sırada sesinden anladığım kadarıyla Veysel ile sözlü atışmaktadır. Hemen peşi sıra "Veysel de ayağındaki ipi çözüp ayağa kalkıyor" cümlesini duyuyoruz. Buralarda boşluk oluşmuş. Şimdi size yazarken birkaç kere geri alıp izledim sahneyi ve çözebildim sanıyorum. Şöyle: Ramazan, yani amca oğullarının üçüncüsü, öncesinde kendini kurtarmayı başarmıştı bağlarından. Hızla gelip amca oğullarından birine, "Amca oğlu ben ellerini çözüyom, sen ayaklarını çözersin. Ben dayanamıyom" deyip fırlamıştı tuvalete sıkışmış olduğundan. Betimlemede, bu çözdüğünün kim olduğu söylenmiyor. O esnada çözülen kişinin sesini de net duymuyoruz. Demek ki çözdüğü Taner'miş. Rıfat'ın bir yandan laf yetiştirirken, bir yandan da ellerini çözdüğü kişi Veysel'miş. Ama tabii dediğim gibi ben bunu birkaç kez izleyerek ve dikkatimi vererek anlamlandırabildim. Oysa betimleme cümleleri kısa kısa ve daha net olabilir. Mesela Ramazan, Taner'i çözerken sadece “Taner’i" ya da "Taner" dense olurdu ve iki durum da netleşirdi bence.

Bazen de gereksiz uzatmalar olabiliyor betimleme metinlerinde. Bu dizide de şöyle bir örneğine rastladım: "Garson, çayları getiriyor" denir. Biz replikten garsonun "Afiyet olsun" dediğini duyarız. Hemen gelen betimleme cümlesinde "Garson, çayları bırakıp gider" deniyor. Bu gereksiz lafı uzatmak olmuş. Sadece “Garson gitti” denilebilir. Ona bile gerek yok ama neyse.

Şimdi yine bir söylem karmaşasından söz edeceğim size. Kız isteme sahnesinde kahve faslına geçilmiştir. Dilek damat kahvesi dışındaki tüm kahveleri yanlışlıkla tuzlu yapmıştır. Bu noktada bilmeyenler için düşmem gereken bir alt not daha var. Damat adayının iki amcası var. Birinin adı Hüseyin, diğerinin ki Muammer. Muammer'in eşinin adı Döndü; Hüseyin'inki ise Günşıl. Sözcüklerin yanlış kullanımının neden olduğu karışık durum, bu dörtlü arasında geçtiği için özellikle açıklamak istedim. Sahnede söz konusu duruma dair okunan betimleme ise şöyle: "Hüseyin, fincanı alıp bir yudum içer. Eliyle ağzını kapatır. Tuzlu kahvenin kendisine geldiğini sanıp Günşıl'in fincanıyla hemen değiştiriyor" Arada kısacık bir müzik boşluğundan sonra betimleme devam ediyor: "Muammer, ağzının tadı değişsin diye Döndü'nün fincanından bir yudum alır. Sonuç yine tuzlu kahve gelmiştir. Yüzü ekşir. Göz altından etrafa bakar" Burada sadece bir "de" bağlacı kullanılarak "tıpkı Hüseyin gibi" benzetmesi yapılabilirdi. Ben geri almadan dinlediğim ilkinde herhalde betimlemeci, Hüseyin ile Muammer'i karıştırmış diye düşündüm. Sonra, detaylı bakınca aynı sahnede peş peşe yaşanan iki ayrı olay olduğunu anlayabildim.

Az önce sözünü ettiğim gereksiz cümlelere bir örnek daha, Rıfat'ın ahırdan bozma çalışma odasında çekilen sahneden. "Odanın içi loş karanlık. Karşısında da gölge oyunu düzeni var. Rıfat, kamerayı ayarladı. Sahnenin arkasına geçti. Tefi alıp başlangıç zilini çalıyor" Tefe kadar “gölge oyunu düzeneği” yerine “düzeni” denmesi dışında ki bu da çok önemli bir şey sayılmaz her şey güzel. Ancak “başlangıç zilini çalıyor” şeklinde kör izleyiciye bildirmenin hiçbir anlamı yok gereksiz kalabalıktan başka. Sadece "Eline tefi aldı" demek yeterli. Bu tür gereksiz cümleler birkaç yerde daha var ama ben bu kadar örnekle yetiniyorum.

Boşlukta kalan noktalardan bir diğeri, "Kasabadaki saat kulesinde hazırlıklar yapılıyor" betimleme cümlesi ile başlayan Ramazan şenliği hazırlıklarında. Bu cümleden sonra kısa bir müzik fonu duyuyoruz. Sonra oyuncuların azıcık bir konuşma bölümü var. Sanırım Taner, "Ağabey, bunların hepsini alalım dışarı" diyor. Ancak neleri? Betimlemeci burayı atlamış.

Zamanın yüklemde yanlış kullanımına bir örnek daha: "Fadime namazını kılarken kızı Pembe de yorgunluktan uyuyakalıyor" cümlesinde. Tahminimce kamera oraya yöneldiğinde, Pembe zaten uyumuştur. Yani onun uykuya geçişi gösterilmiyordur. Dolayısıyla, burada doğru yüklem "uyuyakalmış" olmalıydı. Çünkü ekrana onlar düştüğünde, gören izleyici Pembe'nin uyuduğunu görecektir. Kör izleyici de aynı şekilde tanıklık etmelidir aynı olaya.

Hikaye mi okuyoruz, dizi mi izliyoruz? Şöyle ki "Hazırlıkların yapıldığı meydanda bir adam, arkadaşının ibrikten döktüğü suyla elini yüzünü yıkıyor. Hazırlıkları takip eden Muammer de bir sandalyede oturuyor. İbrikten dökülen suyu gördükçe, içi yanıyor. Susamışlığı daha da artıyor" şeklinde duyduğumuz betimlemede sanki seslendirmen kendi deneyimini anlatıyormuş gibi. Oysa "içi yanmış, susuzluğu daha da artıyor gibi görünüyor” veya “bakıyor" denmeliydi. Sonuçta bu bir hikaye ya da roman anlatısı değil. Görüntüde görünen öge ve durumların, kör izleyiciye aktarılması. Yani nasıl göründüğünün dillendirilmesi olmalı. Ne yazık ki dizi boyunca yukarıda belirttiğim şekilde özellikle duygu durum betimlemeleri başta olmak üzere çok fazla yoruma kaçıldığını söylemeliyim.

Bir kelimenin üst üste kullanımının neden olduğu karmaşaya bir örnek de Fikret'in velayet davası için adliye sahnelerinin başlangıcındaki betimlemede karşımıza çıkıyor. "Sefer ve Zahide mahkeme binasındalar. Zahide koridordaki bekleme koltuğunda oturuyor. Sefer de Zahide'ye bakarak yanında ayakta bekliyor. Başka insanlar ve avukatlar da koridorda yürüyorlar. Fikret ve avukatı da koridora geldiler. Fikret, Zahide'yi görür"

Bence bu metin şu şekilde olmalıydı: "Sefer ve Zahide adliyedeler. Zahide, koridordaki bekleme koltuğunda oturuyor. Sefer de Zahide'ye bakarak yanında ayakta bekliyor. Başka insanlar ve avukatlar da gidip geliyorlar. Fikret ve avukatı da geldiler. Fikret Zahide'yi görüyor” ya da “gördü" Basit, anlaşılır ve dinleyeni de yormuyor. “Ne yazık” diye nitelendireceğim bir başka nokta da bu. Kelime tekrarına da defalarca tanıklık ettik betimleme boyunca.

Dizinin sonuna doğru Dilek, Kepenekli Çoban'ın yakınlarında olduğunu düşünerek ona seslene seslene dağda yürüyor. Bu sırada, isteme günü babası olduğuna inandığı çoban ile karşılaşmaları ekrana geliyor ve bu betimlemede, "İsteme günü yaşadıkları ekrana geliyor" şeklinde ifade buluyor. Teknik anlamda doğru bir kullanım mıdır bilmiyorum ama ben beğendim doğrusu. Bu sahnede beğenmediğim ise yine yoruma kaçılması. “Dilek, babasının duyduğunu düşünerek konuşarak yürüyor” deniyor. İnsanın “Bırak da ona ben karar vereyim” diyesi geliyor.

Mahkeme sırasında Zahide, Sefer'in daha önce bir suçtan sabıkası olduğunu öğrenir. Bunun üzerine betimleme şöyle anlatır bize olan biteni: "Sefer ve Zahide göz göze gelirler. Zahide'nin güveni sarsılmış bakışları Sefer'in yüzüne düşüyor. Başını yere eğiyor" Hep “Hikaye değil, betimleme olmalı” diyorum ama yine de bu duygusal sahnenin duygusal bir şekilde kelimelere dökülmesi bana güzel geldi.

Son olarak bu yazıyı yayıma hazırladığımız son tarih olan 09.05.2021'de baktığımda henüz yirmi beşinci bölüm Engelsiz TRT sitesine yüklenmişti. Oysa bir gece önce ekranlarda dizinin yirmi yedinci bölümü gösterildi. Yani kör seyirci diziyi iki hafta geriden takip etmek zorunda bırakılıyor ki bu hiç adil değil.

Sizlere en doğru bilgiyi verebilmek adına seslendirilmeden önceki Salı günü baktığımda, yirmi altıncı bölümün de yüklendiğini gördüm. Bu da bana betimlemelerde ve Engelsiz TRT’ye yüklemelerde bir standart olmadığını düşündürdü. Olması gereken, herkesle aynı anda erişilebilir biçimde diziyi takip edebilmemizdir. Bu yapılamıyorsa bile günümüz koşullarında hiç değilse mesela Kanal D’deki gibi dizi yayımlandıktan kırk sekiz saat sonra erişilebilir formatının da sisteme yüklenmesi zorunlu tutulmalıdır. Böyle olunca da bugün itibariyle Gönül Dağı’nın son bölümünün erişilebilir formatının yüklenmiş olması gerekirdi.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.