Toplam Okunma 0

Burak Sarı: Merhaba Burcu Hanım, Baran’ı ve sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Burcu İpek: Burak Bey, merhaba. Baran 16 yaşında, ben 38 yaşındayım. Baran’a dokuz aylıkken tanı konuldu ama farklılığını 6-7 aylıkken anladım. Çünkü arkadaşımın çocuğuyla Baran arasında 15 gün vardı ve Baran’ın gelişimiyle ilgili ciddi bir değişim vardı. Baran İlerlemiyordu. Üniversite hastanesine gittik. Önce MR çekildi. O dönemde 2,5 yaşından önce otizm tanısı konamıyordu. İlk olarak “psikomotor geriliği” dendi ve süreç başladı. Süreç, fizyoterapi olarak başladı. Çünkü o zaman, yani 16 yıl önce bireysel eğitim verilemiyordu. Uygun olmadığı söyleniyordu. Bir sene öyle devam ettik. Sadece fizyoterapiye gittik.

Burak Sarı: Eğitim hayatında nasıl sorunlar yaşadınız? Bu sorunların çözümü için nasıl bir mücadele geliştirdiniz?

Burcu İpek: Eğitim hayatı, diğer ailelerde olduğu gibi bizde de büyük bir savaş ve kendini kabullendirme çabasıyla geçti. Çünkü bize hep şu öğretildi. “Yer bulamıyoruz, yer yok. Sizi kabul edecek yer bulursanız, şükredin.” Öyle de oldu açıkçası. Eğitim hayatımız okul müdürünü, yöneticileri, öğretmenleri alttan almakla geçti. Bunu çok yapamadım açıkçası. Çünkü bir dönem bize şu bile yapıldı.  Sözde kaynaştırma öğrencisi olarak verildik ama özel alt sınıfa verildik. Bodrum kat, buz gibi rutubetli bir yerde, tuvaletlerin yanındaydık. Teneffüs saatleri farklıydı mesela. Ben, buna itiraz etmiştim. “Kaynaştırma eğitimse çocukların birbirlerini görmeleri gerekmiyor mu?” dediğimde, bunun bizim çocuklarımızın zarar görmemesi için olduğu iddia edilmişti ama öyle değil. Temelinde yatan şeyi biliyorduk. Diğer çocuklar korkmasın, rahatsız olmasın diye. Bunun hep mücadelesini verdik. Okulda öğretmenlerden yanlış bir şey gördüğümde, Milli Eğitim’e kadar şikayet ettim ama ne Milli Eğitim ne de okul yönetimleri sorunumuzu çözdü. Bu kendi içerisinde çözülemeyen, dönüşemeyen büyük bir sorun olarak devam etti. Onun akabinde özel alt sınıfı, kaynaştırmayı bıraktık biz. Bir de o zaman öğretmenlerin lütfettikleri kadar kalabiliyorduk okullarda. Mesela iki ders. Teneffüslerde biz ilgileniyorduk çocuğumuzla. Sonra, ben oğlumu uygulama okuluna verdim. Orada kafam daha rahat. Tam gün özel eğitim alıyor çünkü. Böylece bu sorunu az da olsa çözdük.

Burak Sarı: Akran zorbalığına karşı ne yapmalı?

Burcu İpek: Bir kere, kaynaştırma denen şeyi gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu, şu anda sembolik olarak yapılıyor. Down Sendromlu çocukları ziyarete gelen nörotipik çocukların olduğu durumları bir etkinlik gibi sunmaktansa, gerçekten birlikte bir arada yapılacak şeyler bulunabilir. Bizleri eve, oldukça uzağa hapsederek, otomatikman bizi toplumdan dışladıklarında, akran zorbalığına maruz kalmamamız mümkün değil. Çünkü “Bu farklı, bunda tuhaflık var. Anormal bir durum var” gibi çocukların bilmedikleri bir duruma kaygılı olmasını anlayabiliyorum ben. Çok yadırgamıyorum. Bilmedikleri bir durumla karşı karşıyalar. Öğretebiliriz. Sürekli anlatabiliriz. Bizim çocuklarımız, onların okuluna gerçekten kaynaşma amaçlı gitmeli. Onlar da gelmeli. Hep birlikte etkinlikler yapılmalı ama sembolik günlerde değil. Down Sendromu, Otizm Farkındalık Günü, Engelliler Haftası gibi tarihlerde değil, gerçek zamanlı olması. İşte 23 Nisan kutlanıyorsa, çocuk bayramıysa, hep birlikte yapılmalı. Hep birlikte bir program hazırlanmalı. Uyabildiği kadar. Benim çocuğum gitar çalamayabilir ama orada oturabilir. Onlar çalarken yanlarında olabilir gibi. Böyle düşünüyorum.

Burak sarı: Özel eğitim okulları, bakım evleri gibi kurumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burcu İpek: Özel eğitim okulları ve bakım evleriyle ilgili hiç iyi şeyler düşünmüyorum. Bakım evleriyle ilgili çıkan haberleri zaten hep görüyoruz. Talebimiz şu, bize bir şey olduğunda çocuklarımıza sahip çıkabilecek kurumlar olsun. Gözümüz arkada kalmasın. “Bırakıp sosyal hayattaki işlerimizi halledip çocuklarımızı geri alabilelim” gibi taleplerimiz var ama bakım evlerinde çalışanların eğitimsiz ve yetersiz olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü el bağlama, kol bağlama, dayak gibi olayları duyuyoruz. Yani güvenimiz yok bu anlamda. Özel eğitim kurumları ile ilgili hiç konuşmak istemiyorum zaten. Sadece şunu söyleyebilirim. Bir ticaret limitet şirketi gibi devam ediyor. Bunların kesinlikle özel alandan çıkıp Milli Eğitim’e bağlanması gerekiyor. Kamu kuruluşu olarak devam etmesi gerekiyor ki daha rahat denetlensin ve yaptırım anlamında da bir şansımız olsun. Çünkü iki kamera koyup iki süslü cümleyle, şık binalarla bu iş yürümüyor. Genel olarak böyle yürütmeye çalışıyorlar.

Burak Sarı: Son olarak ailelere önerileriniz var mı?

Burcu İpek: Öncelikle aileler olarak bir şeyleri geride bırakıp içinde bulunduğumuz duruma üzülme kısmını atlatıp “Biz, çocuklarımız için ne yapmalıyız, ne yapabiliriz”in peşine düşmeliyiz. Üzülüyoruz, üzüleceğiz ama bu bir çözüm değil. Bu, bizi ileri götürmüyor. Üzülme durumundan çıkıp çözüm arayışına odaklanmamız gerek. O da nedir? Ahlarla vahlarla olmuyor. Gerekiyorsa, dilekçeler yazacağız. Gerekiyorsa, Ankara’ya yürüyeceğiz. Gerekiyorsa, Sağlık Bakanlığı’nın önünde duracağız. Çünkü bakım evlerinde yaşananlarla ilgili onlarca Tweet atıldı, onlarca olay oldu. Bir açıklama yapılmadı. Bunun, yazılarak ya da hafif tepkilerle çözülmeyeceğini gördük. Daha ciddi ve somut şeyler bulmamız gerekiyor. Bunun için de örgütlenmek gerek. Dernekler var. Derneklere kaydolabiliriz. Dernekler dahilinde görüşüp ortak bir yol bulabiliriz. Bu, tek kişinin çözebileceği bir şey değil. Ortak akılla, kolektif çalışmayla, bir düzen sağlayabiliriz diye düşünüyorum.

Burak Sarı: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Burcu İpek: Ben teşekkür ederim.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.