Toplam Okunma 0

Geçtiğimiz gün iş yerimdeki yemekhanede bir süredir karşılaşmadığım mesai arkadaşımı görünce, “Uzun zamandır görünmüyordun. Yıllık izinde miydin?” diye sordum. “Evet” dedi. “Nasıl da tanıdın sesimden?” “Niye tanımayayım ki, tek duyu organımız göz değil ya” diye yanıtladım ben de. “Kör olmam, sizi tanımamın önünde bir engel değil ki. Ayrıca görüyor olmak ve diğer yeti ve becerileri yok saymak, gözü tüm bunların üzerinde tutmak çok anlamsız bence. Görüyorsan tanırsın düşüncesi aynı zamanda başka bir deyişle görmüyorsan tanıyamazsın anlamına gelir ki çok sığ bir bakış açısıdır bu. Yeti farkı olsun olmasın, her bireyin farklı yaşam becerileri ve yöntemleri vardır. Görenler de eminim benzer davranışlar için sadece gözlerini kullanmıyorlar.”

Bu diyaloğun ardından, aynı masada yemek yediğimiz kör çalışma arkadaşım “Dur, bu bir şey değil” dedi. “Birkaç gün önce bizim futbol takımının çalışmalarını konuştuğumuz yemekli bir toplantıya katıldım. Ben toplantı alanına biraz erken varmış ve yerime oturmuştum. Az sonra yanı başımda birinin durduğunu fark ettim. “Buyurun, bir şey mi diyecektiniz?” diye sordum. ”Ben bu masadan sorumlu garsonum. Servisleri açıyordum da size yardım edecek birileri var mı?” Ben de ne demek istediğini tam anlamasam da “Yemekte başka arkadaşlarım da olacak. Birazdan gelirler” dedim. “Tamam” dedi. “O halde sizin çatal kaşıklarınızı yardımcınıza vereyim.” Düşünebiliyor musun, kör birinin kendi yemeğini kendisinin yiyebileceğine ihtimal vermiyor. “Evet çok garip” diye yanıtladım arkadaşımı. Sanki görenler aynaya bakarak mı yemek yiyorlar.

Aynı gün, akşam yemeği sırasında bu diyaloğu oğluma ve eşime anlattım. Eşim de az gören olduğu için pek yabancı değil anlattıklarıma. Aslında ben en çok oğlumun tepkisini merak etmiştim. Bir çocuk olarak nasıl yorumlayacaktı bu olayı. “Ne dersin Eren? Çok saçma değil mi?” diyerek fikrini açıklamasına zemin hazırladım. “Hayır anne. Eğer sizinle yaşamıyor olsaydım, ben de bilemezdim. Nereden bilsin ki” dedi. “Haklısın Erenciğim” dedim. Kör bir yakını olmamış ve körlerle aynı ortamı paylaşmamış olabilir. Burada, bilmiyor olmasına bir diyeceğim yok ama bilmiyorsa soramaz mıydı, servisi yaparken dikkat etmesi gereken bir şey olup olmadığını. Kör birinin kendi yemeğini yiyemeyeceğini neye dayanarak biliyor ve daha kötüsü bu yanlış bilgiyi karşısındakine nasıl bu kadar rahat dayatabiliyor. Biz de hiç tanımadıklarımız hakkında emin olmadığımız bilgilere sahip olabiliyor, zaman zaman önyargılar da besleyebiliyoruz. Peki, onlara böyle bir dayatmada bulunabiliyor muyuz? Oğlum bir an durdu, düşündü ve “Evet anne, sormalıydı” deyip körlerin yemek sırasında kullandığı yöntemlerle ilgili farklı sorular sormaya başladı.

Gerçekten de herkesin birbirini tanıması, yaşamını nasıl idame ettirdiğini bilmesi mümkün değil. Böyle bir zorunluluk da aranamaz. Ancak bilmemek bahane değildir ve hiçbir şekilde kabul edilemez. Toplumun ayrımcı bakış açısına göre, belli normların dışında kalanlar, eksik ve kusurlu görülüyor. Kendisi kusurlu olan bu anlayış, ötekileştirmelere neden oluyor. Kendisini normal standartlarda görenler, bu standartların dışında gördüklerine her türlü dayatmada bulunacak özgüvene sahipler. Bu özgüvenin nedeni, eksik olarak gördükleri insanlardan üstün olduklarını düşünmeleri. Örneğin, her gün kullandığı erişilebilir bir merdivende körün düşme ihtimali görenle aynıdır, bilmediği bir engel konmamışsa tabii. Kimse gören birisinin o merdiveni çıkamayacağını düşünmez ama sürekli o merdiveni sorunsuz kullandığına tanık olunan köre, durmadan yardım etmeye çalışılır.

Yukarıda da belirttiğim üzere, sorunun kökeninde sağlamcılık ve onun yarattığı anlamsız özgüven var. O nedenle, sağlamcılığa karşı mücadele etmek bizi daha çok çözüme yaklaştırıyor. Çözüm önyargılardaki inadın kırılması kadar zor ama yakın. Hangi önyargı sonsuza dek sürmüş ki? Mutlaka önyargılar kırılır ve bu satırlar tatlı mücadele anıları olarak kalır. Ne dersiniz? Sizce de öyle değil mi?


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.