Toplam Okunma 0

Arıyorum kendimi yabancı duvarlar arasında. İfade edemiyorum. Ben kimim? Bulamıyorum ortak dili. Ortak dilden irin akıyor. Kin, öfke nefret akıyor. Yanlış yerlere püsküren öfke toprağımı zehirliyor. Ekmekten ve aşktan uzak kalabalıklar aynı türküyü söylüyorlar. Kendi dilleriyle başkasının türkülerini. Sırtlarında şakırdayan kırbacın sesinde dans ediyorlar ve ilk fırsatta ellerine geçen kırbacı kendilerinden olanların sırtında şakırdatmaktan keyif alıyorlar. Alışamıyorum. Ben bu topluluktan çok mu farklıyım? Kesinlikle hayır. İki sayfa bir şey okumak insanı farklı kılmıyor ve bilerek aynı olmanın çelişkisi ayrı bir sorun teşkil ediyor. Ama insan doğasına aykırı bir durum olduğunun farkındayım. Sorgulama, düşünme ve okuma yetisi elinden alınmış insanlar kendilerini genel kabuller üzerinden var ediyorlar. Tamamen eşitsiz bir mantıkla oluşturulan bu kabuller, her seferinde başkalarına zarar veren eylemlere yol açıyor. Sürekli birilerine kin kusarak egolarını ayakta tutuyorlar. Son günlerde nefes almamızı bile zorlaştıran şiddet ve ayrımcılık haberleri tüm gündemi meşgul ediyor. Sahiller insanlara yasaklanıyor, Ermeni bir aile evinde saldırıya uğruyor ve sokak canlılarına korkunç bir vahşet uygulanıyor. İnsan insana tahammül edemiyor, insan doğaya tahammül edemiyor, insan kendisine tahammül edemiyor. Aşksız ve paramparça yaşam. Ben bu ayrımcılık örneklerinin en canımı yakanlarından birisini irdelemek istiyorum. Engelliler haftasında kör bir öğretmenle yapılan röportajı okuyorum. Bütün kan beynime sıçrıyor. Acıma ve öfke hisleri beynimi kemiriyor. Erişkin bir insan, kendi çalışma alanında sürekli rahatsız ediliyor. Şaka adı altında rahatsız ediliyor, kişiliğine saldırılıyor. Bu aptal davranışları sergileyenler de sanılacağı gibi ilkokul ya da lise çocukları değil ve ben bu insanların gülünç haline acıyorum. Kendisine hiçbir şey katmadan meslek sahibi olmuş unvanı öğretmen olan şahıslar. Toplumun geleceğinin ellerinde olduğu söylenen, mesleki unvanlarıyla kasım kasım kasılan, kendilerine kutsallık atfedilen şahıslar. Gülsem mi öfkelensem mi bilemiyorum. Yetişkin bir insanı, elindeki kaşeyi meslektaşının alnına basacak kadar seviyesizleştiren şeyi merak ediyorum. Çok geçmeden de sorumun yanıtını buluyorum. Dili, rengi ve yaşam tarzı yüzünden insanları ötekileştiren zihniyetten taşan bir damar. Bu acınası şahıs kendisini bulamamış. Babasından, dedesinden gördüğünün üzerine bir şey katmamış. Kişiliğini bulamamış. Belki bir kitabı bile tamamlamamış. Doyasıya sevişmemiş, kendisine dayatılan sınırların beş metre yanına bile yaklaşamamış. Olmamışlığının tatminsizliğinin acısını kendisinden farklı olan meslektaşından çıkarıyor. Maalesef bu utanç verici durum birkaç kendini bilmezle sınırlı değil. Toplumsal bir yara. Toplum olarak kendimizi bulamamışız. Bütün sorunun kaynağı burada. Kollektif cehaleti yaşıyoruz ve bu durum cehaleti dokunulmaz hale getiriyor. Bir yönüyle de geçen ayki sayımızda irdelediğimiz, farklı olanı yönlendirme ve ona her istediğini yapabilme sorunuyla bağlantılı. Her ay temcit pilavı gibi sıraladığım önerilerimle bitireyim. Okuyun, aşık olun, sevişin, kavga edin, anlamaya çalışın, irdeleyin ve Küçük Karabalık olma cesaretini gösterin. Haziran Nazım’dır. Ben de onun Güzel Günler Göreceğiz şiirine atıf yaparak bitireyim. Çocuklarımızın evden işe iskelet olarak gelmediği, Cevap diye haykırma özgürlüğümüz olan, yalnız cumaları ve pazarların değil her günün bayram olduğu, maviliklere sürülen motorlarda 300 km hızla giderken öpüşmenin baş döndürücü heyecanının yaşanacağı güneşli güzel günlere


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.