Toplam Okunma 0

Merhabalar Sevgili EEEH Dergi Okurları.

 

Bu yazımda sizlere, 12- 13 Ekim tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen, 5. Beyaz Baston ve Erişilebilirlik Festivali’nden bahsetmek istiyorum. Bu festivale ikinci kez katıldım. Farklı deneyimler yaşadım. Sanırım her seferinde daha heyecanlı deneyimler yaşayacağım. Dopdolu bir gün geçirdiğimi söyleyebilirim.

Bu sene çalıştığım işyerindeki arkadaşlarım da festivale gelmek için bana eşlik ettiler. İş arkadaşlarım da festivale giderken en az benim kadar heyecanlıydılar. Ne de olsa ilk deneyimleri olacaktı. Beraber Cuma sabahı yola çıktık. Festivale ikinci kez katılmama rağmen, ilk kez katılıyormuşum gibi içim kıpır kıpır, gezeceğim stantları düşünüyordum. Arkadaşlarımla birlikte yol alırken, etkinlik hakkında bilgi veriyordum. İçimden şu sözleri mırıldanmadan edemedim: “Günümüzün güzel geçeceği şimdiden belli oluyor.”

 

Sonunda Boğaziçi Güney Kampüsü’ne geldik. Boğaziçi’nin havasını solumak bir başka oluyor nedense. Şansımıza da hava güzeldi. Ara ara ılık rüzgâr esiyordu. Yağmur yağar mı diye endişelenmekten kendimi alamıyordum. Yağmur yağarsa da hiç umurumda olmazdı, festivalin sıcak ortamı içimi ısıtıyordu ya gerisi önemli değildi. Arkadaşlarımla festival alanına doğru ilerliyorduk. Festival alanından coşkulu sesler geliyordu. Festival alanında etkinlik için görevli bir gönüllü öğrenci ile karşılaştım. Görevli arkadaşla tanışıp kaynaştıktan sonra, açılış yürüyüşü için yokuş aşağı yola koyulduk. Festival şarkılarını, baston ritm şarkılarını ve erişilebilirlik sözünü söylemek için sabırsızlanıyorduk. Kulağıma hem benim bastonumun sesi hem de diğer baston sesleri,  konuşmalar,  gülüşmeler geliyordu. Sanki Boğaziçi’nden bir orkestra çalıyordu.

 

Nihayet yürüyüş alanına gelmiştik. Şarkılarımızı, boğazımız yırtılıncaya kadar söylüyorduk. En çok beğendiğim şarkı, nakaratı “Al eline bastonu. Sahip çık özgürlüğüne. Yürüyelim birlikte engelsiz erişime” olan şarkıydı. Festival alanına gelince, hepimiz çember oluşturduk. Ellerimizde pankartlar vardı. Her bir pankartta erişilebilirlik sözünün bir söz grubu yazıyordu. Benimkisinde; “Her cadde, her sokak, her mekâna, özgürce girinceye dek” yazıyordu. Erişilebilirlik sözünü hep birlikte söyledik. Bu arada bir arkadaşımız canlı yayın yapmaya başlamıştı. Bu anları ölümsüzleştirmek gerekiyordu.

 

Sonunda stantları gezmeye sıra gelmişti. İlk olarak Müzik standına gittik. Bu sene de müzik aletleri inceleniyordu fakat benim derdim başkaydı. “Görme engelliler notalara nasıl erişebilirdi?” www.engelsiznota.org diye bir web sitesi olduğunu, notaların Braille formatta basılacağını öğrenince dünyalar benim oldu. Öyle ya bir müzik aleti satın almak, kabartma nota bilmek yeterli olmuyordu. Artık bu web sitesi sayesinde istediğimiz notalara erişebiliriz! Müzik standından mutlu bir şekilde ayrıldıktan sonra, Engelsiz Çizgiler standına gittik. Çizgi romanların da artık erişilebilir olduğu, GETEM’in web sitesine her ay bir iki tane konulduğu bilgisini veriyorlardı. Bunun yanı sıra da küçük bir oyun oynadık. Elime çizgi kahramanlardan birini verip ne olduğunu sordular. Ben de baktım bir türlü ne olduğunu çıkaramadım, neyse ki “yarasa” olduğu söylendi de ben de öğrenmiş oldum. Bilemememin sebebi hayatımda hiç yarasaya dokunmamış olmamdı. Bir tane anahtarlık verdiler, anahtarlığın üzerinde elinde baston tutan bir kız çocuğu resmi vardı.

 

En çok merak ettiğim stant ise, Tarihe Dokunmak standıydı. Bu stantta, çeşitli heykeller vardı. Bir tane kulaklık verdiler, hemen Taktım, dinlemeye başladım. Dinlerken bir yandan da heykele dokunuyordum. Tarif edilemez bir mutluluk duyuyordum. Böyle bir erişilebilirliği tadıp da mutlu olmamak mümkün mü? Düşünsenize bu heykelin ne olduğunu, kime ait olduğunu, tarihçesinin ne olduğunu hiç kimseye sormanıza gerek yok. O heyecanla tüm bilgileri aklımda tutamadım. Ne de olsa bana ilk kez nasip oldu. Heykel, Mısır kralına aitti. Sağında kırbaç, sol tarafında göğsünde hançer vardı. Kırbaç, kralın gücünü belirtiyormuş. Hançer ise, esareti belli eden bir sembolmüş.

 

Oradan da ayrılıp Braille standına geldik. Benim en sevdiğim stantta; Braille olarak basılmış çocuk kitabı, Braille yazı tabletleri, kalemleri, daktilo ve paraölçer vardı. Bir de kaygan bir zemine, ince dosya kâğıdı konup sivri bir kalemle çizim yapıyorsunuz, tabii ben de bunu deneyimledim.

 

Gelelim başka bir stant olan Seramik standına; pişirilmiş seramik ve çamurdan yapılmış şekiller vardı. Ben de çamurdan kendimce bir şekil yapmaya çalıştım, anılarım canlandı, çocukluğumdan beri çamurla ve oyun hamuruyla oynamaya bayılırdım. Körler okulunda modelaj dersimiz vardı, çamurdan şekiller yapardık, en sevdiğim dersti.

 

Bu zevki de tattıktan sonra, Sesli Betimleme standına geçtik. Orada kabartma broşür verdiler. Ofis arkadaşlarım sesli betimlemenin ne olduğunu, nasıl bir sistemde çalıştığını, daha bunun gibi birçok soruyu soruyorlardı. Ben daha önce anlatmıştım fakat bir uzmanın ağzından duymak bir başka oluyordu.

 

Sonra GETEM ve Engelsiz Erişim standına geldik. Maalesef Levent Filyos’la tanışma imkânı bulamadım; biz stanttayken Levent Filyos yoktu. Bana eşlik eden arkadaşlarım GETEM hakkında bilgi aldılar. Çocuk öykülerini alıp oradan ayrılınca, Tamir standına doğru yol aldık. Orada İngiliz anahtarı, pense, tornavida çeşitleri ve daha birçok tamir aletini inceleme fırsatı buldum. Eğitimde Görme Engelliler Derneği’nin standını da ziyaret ettik. Bu stant da Braille broşür vermişti. Bu derneğe, görme engelli öğrenciler ve görme engelli öğretmenler üye oluyorlar ve bu sene görme engellilere üniversiteye hazırlık kursu verileceği konusunda bilgilendirme yapılıyordu.

 

Kişisel Bakım standına gitmeden de olmazdı. Benim makyajla pek ilgim yoktu, sadece ojenin nasıl sürüldüğünü merak ediyordum, sorumu sorup öğrendim. Oradan ayrılıp Yemek standına geldik. Sandviç hazırlamak istemedim, bu konuda mütevazı olamayacağım, her gün işyerinde kahvaltı etmek için sandviç yaparım. Braille kartlar vardı; “aşk”, “huzur”, “sonbahar sofrası”, “sevgi” gibi güzel sözler yazılmıştı. Masaya konulan tabakları,  çatalları,  kaşıkları inceledim. Şimdiki sofralarda televizyonun yahut cep telefonunun yer aldığını, sohbetin hiç olmadığını dile getirdim. Bir sonrakinde “Cep telefonsuz ve televizyonsuz sofra” diye yazmalarını önerdim. Selin Kutucular’dan pratik bilgiler de öğrendim.

 

Geçen sene Oyun standına gidememiştim, bu kez özellikle uğradım. Satranç takımını, tavla takımını inceledim. Satranç takımında, üzerinde çivi olan taşlar “siyah”, çivi olmayanlar ise “beyaz” renkliydi. Böylece görme engelliler satranç taşlarının rengini bu şekilde ayırt edebiliyorlardı. Satranç tahtasının her bir karesine delik yapılmıştı, bunun amacı taşların devrilmemesiydi. Tavla takımında ise; siyah pulların ortası delikti, beyaz pullarda ise delik yoktu. Böylece pulların hangilerinin beyaz, hangilerinin siyah olduğu çok rahat ayırt edilebiliyordu.

 

Bir de Harita standına geçtim. Dünya haritasını, Türkiye haritasını inceledim. Aslında başka haritalar da incelenebilseydi, güzel olurdu. Son olarak da Engelli Oyuncak Bebekler standına geldik. Bebekler şirin mi şirindi, ellerimle dokundum. Bu arada Eş Pedal standında bisiklete de bindim. Pedalı sürekli çevirdim, kendim kullanıyormuşum gibi hissettim.

 

Bu yıl da erişilebilirliği fazlasıyla tattım ve mutlu oldum. İnşallah seneye de gitmek nasip olur. Teşekkürler GETEM ve Engelsiz Erişim.

 

Not: Eğitimde Görme Engelliler Derneği hakkında detaylı bilgi edinmek isteyenler, www.eged.org sitesini ziyaret edebilirler. Engelsiz Nota sitesini incelemek ve üye olmak isteyenler, www.engelsiznota.org sitesini ziyaret edebilirler.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.