Toplam Okunma 0

Derdi yok turizmden herkese selam. Evet, derdim yok. Ben de şaşkınım. Günlerdir dergimizin bu ayki sayısında hangi konudan bahsetsem diye düşünüp duruyorum. Plajda konusuzum resmen.


Denize giriyorum; yiyor, içiyor, dolaşıyorum. Burada İstanbul'daki gibi sürekli bir yerden bir yere gitmem gerekmiyor, evin önüne gelen taksinin plakasını okumaya çalışmam gerekmiyor, yürüyecek boş ve düz yollar var ve yürürken karşınızdan insanlar kitleler halinde üzerinize gelmiyor. Hiç kimseyle gereksiz diyaloglar da gelişmiyor. Ne anlatayım ben şimdi? Denize giriyor açılıyorsunuz, sonra da sesin geldiği yere doğru geri dönüyorsunuz. Sesleri duyamayacak kadar açıldıysanız, güneşi referans alarak yönünüzü buluyorsunuz; o da olmadı, deneme yanılma yöntemiyle iyice açılıp on beş dakikada geldiğiniz yerden kırk beş dakikada dönüyorsunuz. "Olsun, sağlıklı yaşam" diyerek önemsemiyorsunuz bu yorgunluğu. Sahilde de alakasız bir yere çıktıysanız, ailenize arkadaşlarınıza sesleniyorsunuz. Meğer tam da onların önündeymişsiniz; "Ne bağrıyorsun?" diyorlar, gülüyorsunuz. Bunları anlatmayayım ben en iyisi.
 

Grup halinde yaşamak güzel de, aileyle yaşamaya özendirmiş olmayayım ben yine de. Zira bağımsızlığa alışmış benim gibi bünyelerde, anne tarafından, bana ait olan ve fakat  benden habersizce alınıp çamaşır makinesinde yıkanmış bir elbise, küçük çaplı bir krize neden olabiliyor. Kişisel alanın ihlali, taciz... Saygısızlık en azından.
Odanın ortasında açık vaziyetteki valizin en üstünde duran elbiseyi alıp yıkamak... Bu da mı dert değil? Peki. Benim gibi belinize kadar uzanan saçlarınız varsa, sıcak yaz günlerinde kalemle nasıl topuz yapacağınızı anlatsam... Bu da mı alakasız?
 

Ben bunları düşünürken, "Açılın ben doktorum" dercesine biri yaklaşıyor yanıma. Kulağımda sürekli kulaklık olmasının dikkatini çektiğini ve ne dinlediğimi merak ettiğini söylüyor. Bir müzikseverle karşı karşıyayım. Kulaklıkla genelde kitap okuduğumu ve telefonumla yazışma yaptığımı söyleyerek hayal kırıklığına uğratıyorum onu. Sonra felsefeci olduğumu öğrenince seviniyor niyeyse. Ben de onun psikiyatrist olduğunu öğrenince seviniyorum niyeyse.


"İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş" diyerek uzanıyorum şezlonga. "Sorun var doktor" diyorum. “Dergiye yazacak bir şey bulamıyorum” diyor ve dergimizden bahsediyorum. "Engellilik" diyor, “Ne kadar saçma bir kelime. İnsanlar mesela yüz elli
yaşına kadar yaşama engellidir” diye ekliyor. "Ama o herkes için geçerli" diyorum.
"Yooo," diyor; "Mesela ben yetmiş yaşında ölsem, arkadaşım da seksen yaşında ölse, ben seksen yaşına kadar yaşama engelli olurum, aynı şekilde arkadaşım da yetmiş yaşında ölme engelli olur."
"Eeee?" diyorum.
 "Herkes engellidir" diyor ve ekliyor "Ve o halde engelli diye bir şey yoktur. Tüm kalemlerin kırmızı olduğu bir yerde 'kırmızı kalem' diye bir şeyin olmaması gibi."
"Yani?" diye soruyorum tekrar. "Benim liseli çocuklara anlattığım şeyleri bana anlatıyorsunuz. Dergimiz ve okurları için çocuk oyuncağı bu düşünceler" diyorum. "Aklınızca beni teselli etmeye kalkışmıyorsunuz ya kuzum?" diye de ekliyorum. Gülümseyerek, "Dilin tuzağına düşüyorsunuz" diyor, "Şöyle ifade edeyim" diyerek devam ediyor: "Neden bir araya gelerek 'engellilik' temalı bir dergi çıkarıyorsunuz? Neden engelli olmayanlar, 'engelli olmamak" üzerine bir dergi çıkarmıyor?"
"Güzel soru" diyorum, "Düşünmemi tetikleyen insanları severim, iyi
anlaşacağız sizinle." Uyduruk film repliği ayarındaki bu cümleleri
kurduktan sonra biraz yüzerek bu konuyu düşünmek için izin istiyorum.
 

Denizde uzun süre sırt üstü yatıp düşündükten sonra, Wittgenstein'a dönüşmüş olarak geri geliyorum. Dil ve olgusallık üzerine söylevime başlamadan önce şezlongumu dikleştiriyorum. Konuşmamızın başında bahsetmiş olduğu müzik severlikten örnek vererek başlıyorum. "Neden müzikle ilgilenenler, ya da daha spesifik olarak opera sevenler, bir dergi çıkarır?” diye soruyorum önce. "Neden opera sevmeyenler bir dergi çıkarmaz? Engellilik temalı bir dergi ile müzik temalı bir dergi
arasında ne fark vardır?" Yine kendim devam ediyorum: "Opera sever olmak bir olguya işaret eder, aynı şekilde opera sevmemek de. Yani bir grup insan özellikle opera sevmeme olgusunu temsil ediyorsa dergi de çıkarabilir, ama buradaki mesele: Opera severlerin dışında kalan herkes 'opera sevmeyen' midir? Hayır, değildir. O halde 'opera sevmemek' başka bir şeydir, 'opera seven olmamak' başka bir şeydir. Yani ben opera seviyor değilsem eğer, ‘opera sevmiyorum’ demek değildir. Burada, 'operayı ne seven ne de sevmeyen olmak'tır olgu dışı olan ve üzerine konuşulmayacak olan. Mesele şu ki: engelli olmak bir olgu iken, engelli olmamak bir olguyu karşılamıyor."
 

Ve bu son cümleyi söyler söylemez düştüğüm tuzağı fark etmiştim ki, az önceki sözlerime içerlediğini belli eden bir tonda atıldı doktor:


"Başta çocuk oyuncağı dediğiniz düşünme pratiğine geri dönelim isterseniz. Engelli olmamak bir olgu değilken, engelli olmak neden bir olgu? Hem herkesin bir şekilde engelli olduğunu ve buradan da engellilik diye bir şeyin olmadığını söylemişken?"
"Evet" dedim, "Kesinlikle öyle" Bu basit gerçeği bu kadar net kavramış biriyle karşılaşmış olmaktan duyduğum memnuniyeti de belirterek, "Bundan sonrasını bana bırakın" dedim; "Sorunun ne olduğunu bulacağım şimdi"  

“Sorunun ne olduğunu bulmuşsunuz bence” dedi. Soran gözlerle baktım.
"Yazılarınızdan anladım" dedi. "Siz denizdeyken bakmıştım."
"Neymiş mesele?" diye sordum.
"İnsanlar" dedi, "Daha doğrusu, insanların bir kısmı; daha da doğrusu bu bir kısım insan da sorunun bir kısmını oluşturuyor; ama ciddi bir kısmını. Herkes aynı kavrayışta değil ve böylece olgusal karşılığı olmayan bir şey dilde yaşamaya devam ediyor, ha bu dilsellik de durumu olgusallaştırıyor."


"Tamamdır" dedim, "Konuyu yakaladım yeniden" Ben çoğu kez asıl meselenin 'erişilebilirlik ‘meselesi olduğunu düşünürüm. Erişilebilirliği de bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak etkileyen, bu işin psikolojik, sosyal ve düşünsel boyutudur bence. Bu boyutlara ilişkin benim kişisel deneyim ve gözlemlerimi masaya yatıracağımız bir başka oturum yapmaya karar verdik doktorla.
 

O oturumun detaylarını da önümüzdeki sayıda, İstanbul'daki evimin serin terasından bildireceğim. O zamana kadar soralım sorgulayalım; konu nedir?


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.