Toplam Okunma 0

Merhaba sevgili okuyucular, bilenler bilir, ben ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili inci gibi bir kentinde ikamet etmekteyim. Dolayısıyla bu şehre göç ettiğimiz çocukluk yıllarından itibaren, tabiri caizse bir ayağım suda yaşadım hep. Geçen gün aşırı sıcakların yaşandığı bir günde soluğu denizde aldık birkaç tanışla birlikte. Yüzerken bir yandan sağdan soldan sohbet etmeyi de ihmal etmedik. Birkaç yıl önce denizde yaşadığım, kıyıyı bulma olayımı kahkahalarla anlatırken, aklıma “Bunu size niye yazmıyorum ki?” diye geldi. Ne bileyim belki birilerinin kulağına küpe olur ve aynı deneyimi yaşamak zorunda kalmaz veya anlatışımla birlikte yaşadıklarıma güler de pirzola yedirme sevabı kazanmış oluruz.

 

Anlatmaya başlamadan önce içimin geçmeyen yarasına bir kez daha parmak basmadan geçemeyeceğim. Bir insanın kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi yaşamın vazgeçilmezi bence. Hayatı boyunca her insan, bir başkasına muhtaçtır. Ancak bu kişinin bağımsızlığına asla gölge düşürmemelidir. Ben bağımsız hareketi olamayan biri olduğumdan her halde ve her zaman dış engellere ve zincirlenmiş bedenime yapamadığım karşı koyma eylemimi, yüreğim ve bedenim üzerinde yaşattığım boğuntularla gidermeye çalışıyorum. Benim yaşadıklarımı siz yaşamayın istiyorum. Özellikle genç engelli arkadaşlardan ne yapıp ne edip her halde ve her koşulda tek başına yola devam edebilme gücünü toplamalarını arzu ediyorum. Lütfen siz de bunu ihmal etmeyin. Yaşam size ne kadar da haklı olduğumu inanın gösterecek. Çok geçmeden hem de.

 

Gelelim benim hikâyeye... Seçilmiş kardeşim diye adlandırdığım can dostum, ablası ve ablasının oğlu ile birlikte her zaman denize girmek için kullandığım tesis dışında bir plajda denize girmeye karar verdik. Zira ben çocukluktan beri gittiğimiz, anne ve babamın çalıştığı işyerinin sosyal tesisinin tabiri caizse her bir taşını elimle koymuş gibi bilirim. Tek başıma yürüyemesem bile kafamda haritalamak konusunda hiç sıkıntı çekmem. Ancak bu gideceğimiz yer bambaşkaydı. Gerçi altı üstü plaj işte. İskelesi, iskele üstündeki barı, bir kısmı gölgelendirilmiş güneşlenme alanı, kafeteryası falan işte... Kavramak çok da zor olmadı.

 

Yüzme bilmeyen ama kolluklarla az biraz açılmaktan korkmayan arkadaşımla denize girdik. Biraz yüzdük ve arkadaşım, "Ben gideyim de yeğenimle ilgileneyim, biraz da ablam yüzsün" dedi. "Sen de gelecek misin yoksa ablamı bekleyecek misin?" diye de ekledi. Ben de "Yok ben Selda’yı bekleyeceğim" dedim. Biraz oyalandım. Sağa gittim, sola gittim. Bir süre sonra sıkıldım ve "herhalde yeğeni mızıklandı, annesini bırakmadı" diye düşünüp kıyıya nasıl ulaşabileceğimi düşünmeye başladım. Dediğim gibi ben genelde denize yalnız girmediğimden ya da sürekli kullandığımız sosyal tesiste çoğu kimse birbirini tanıdığından denizde kaybolma hissini daha önce hiç tatmadım. Tatmadığım gibi bunun nasıl olabileceğine kafa yormadım. Asıl önemli konu da bu bence. Kafa yormadım, çünkü ihtiyaç duymadım. Oysa ne kadar saçma değil mi? Körsün ve senin için elzem bir konuyu düşünmemişsin. Belki de düşündüm ama içinden çıkamadım.

 

Kendimle ilgili bir hususu daha itiraf etmek isterim ki benim ses kontrolüm de iyi değildir. Sesler ne taraftan geliyor kestiremeyebiliyorum mesela. Özellikle denizde bunu çok yaşıyorum. Veyahut yanımda konuşan bir insanı, çok iyi tanıyor olsam bile ilk anda algılayamayabiliyorum. Körler okulunda eğitim almış üniversiteden bir arkadaşım, orada bağımsız hareket dersi kapsamında sesin geldiği yön ve sese göre hareket konusunda alıştırmalar yaptıklarını söylemişti. Ben o zaman şaşırmış ve “Ne kadar doğru bir uygulama” diye düşünmüştüm.

 

Velhasıl kelam benim olaya dönecek olursak, insanların seslerinden ziyade kıyıda yüksek sesle çalan müziğe doğru yüzersem sahile ulaşacağımı düşündüm ve o yöne doğru yöneldim. Ve sonuç: ellerim yere değiyordu artık. Ayağa kalktığımda dengeyi kaybedebileceğimden ellerimin üzerinde iyice kıyıya çıktım. Ama o da nesi? Kıyı dediğim yer normalde güneşin alabildiğince vurduğu bir yer olmalıydı ama az buçuk ışık algımla ve üşüdüğüm için anlıyordum ki ben güneşte değil, gayet gölgedeydim. Neyse dedim ve arkamdan geçecek birinin ayak sesini beklemeye başladım. Bu sayede yardım isteyebilecek ve en azından kafeteryaya olsun ulaşabilecektim. Ancak ne gelen vardı ne giden. Üstelik sesimi duyurabileceğim kadar yakında insan cinsinden bir yaratık. Hatta bırakın insanı, var olup olmadığından emin olmadığım balıklar hariç canlı belirtisi de yoktu. Sadece gürültülü bir müzik sesi ve bu sesin boğduğu uzaktan uzağa gelen insan bağırtıları, o kadar. Düşünmeye başladım gene. Ne yapabilirdim? Gene denize açılsam kıyıya ulaşmak için yine aynı yolu izleyecek ve muhtemelen aynı noktaya varacaktım. Oysa şimdi aklım kesiyor ki hiç değilse denizde birilerinden yardım isteyebilirdim. Ben cesur davranmak ve riski göze almak yerine gene işimi sağlama aldığımı sanıp beklemeye devam ettim inatla.

 

Bir anda küçük bir çocuğun "Abla orada orada" dediğini duydum. Çocuk önce benim olduğum tarafa, sonra da abla diye bağırdığı o kişiye yöneliyordu sanki. Bir anda arkadaşımın sesini duydum. "Nerede?” diyordu. Bir anda bağırdım: "Belda ben buradayım." Tepemden, balkon gibi bir yerden arkadaşım aşağıya sarkarak çıldırmış bir halde bağırdı. "Geri zekâlı ne işin var orada?” Tam o esnada ablası Selda yanıma geldi. "Gülcan öldük" dedi. "Neredesin biliyor musun?” diye sordu. "Neredeyim?” dedim. "Elini bir kaldırsana" dedi. Kaldırmamla elim tahta bir zemine çarptı. Meğerse ben barın üzerinde olduğu iskelenin altına girmişim. Yani bir bakıma müzik hedefinde istikameti tam tutturmuş, doğru yere gitmiş ama yanlış noktaya ulaşmışım.

Arkadaşım ekledi. "Biliyor musun? Buradan bir sürü kablolar geçiyor, birinde elektrik kaçağı olsa..." "Neyse" dedim. "Biraz bekleyelim. Şimdi ben bu Belda'nın eline geçersem görünen o ki beni parçalayacak". "Haklısın" dedi Selda ve endişe sonrası huzura kavuşmanın hüzünlü gülümsemesiyle gerildi yüzümüz.

 

Kıyıya çıkıp tekrar bir araya geldiğimizde ve eve dönüp bu olayı bizimkilerle paylaşınca arkadaşım anneme hissettiklerini şöyle anlatıyordu. "Meliha Teyze, ömrümden ömür gitti." Onu endişelendiren benim körlüğüm ya da yüzmemle ilgili bir sıkıntı olmamış. Çok açıklarda renkli bir şeyin çırpınıp durduğunu görüyormuş. Ve o kafasında gördüğü şeyi direkt ben olarak kodlamış. Beni bulamayınca koşup plaj yetkililerine haber vermiş. Onlar da endişelenmişler. Açılıp arayacaklarmış ama sonra kanoyla daha hızlı olabileceklerini düşünüp kano ayarlamaya girişmişler. Ancak kaygıdan çıldırmış olan arkadaşım onları orada durur görünce adamları hırsla paylamış. "Hala burada mısınız?" diye. Herkese o kadar reklam olmuşum ki; Plajdan ayrılırken beni kapıda gören görevliler, "bizi çok korkuttunuz" diye eklemeyi ihmal etmediler.

Aslında ben bu ay bu olayı anlatmayı, anlatırken de buna karar verdikten sonra mail kutuma düşen EGED'in Turizmde Erişilebilirlik toplantı verilerinden de yararlanmanın iyi olacağını düşündüm. Ancak kayıt yarım kalmıştı ve bu arada toplantı konuğu olan Ali Aydoğmuş’tan ve Herkes İçin Turizm Derneği web sitesindeki güncellemelerden bahsetmek istedim. Ne var ki olayı yeterince uzun uzadıya anlatınca yazıyı daha fazla uzatmanın iyi olmayacağına inandım. Başka bir sayıda ele almak üzere şimdilik ertelemeye karar verdim.

 

Diyeceğim o ki siz siz olun müziği odak edinip yüzerken iskele altına girmenin de ihtimal dâhilinde olduğunu göz ardı etmeyin. Her şeye rağmen yüzmek güzel; tek başına özgürce kulaç atmak güzel ve hatta özgürlüğün dibine vurmak güzel; tuzlu suda gözleriniz yana yana debelenmek güzel; derinlerin karanlığını görmesem de düşlemek ve saçma sapan olduğunu bile bile ürpermek güzel.

 

Eğer imkânınız varsa kendinizi bu zevkten mahrum kılmamanız dileğiyle.

 

Not: Bu yazı yayıma hazırlandığı sırada, EGED tarafından ilgili toplantı kaydının düzeltilmiş halinin derneğin web sitesine yüklendiği bilgisi üyesi bulunduğum ileti grubunda duyurulmuştur.

 

Merak ederseniz buradan tıklayabilirsiniz:

http://eged.org/node/378


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.